Yazan: Turgut Koçak 12 Şubat 2022
Bizleri işçi sınıfının her yükseliş dalgası sevindirir. Kimimiz iyice gaza gelir yepyeni gelişmeler olduğunu yazar sonra da dalga geri çekilince unutup gideriz her şeyi. Evet, kapitalizmin sömürü çarkı toplumu öyle bir derinden sarsıyor ki bu sarsılışta doğal olarak işçi sınıfı da sesini yükseltecekti, sonuçta da öyle oldu ve işçiler kendilerine reva görülen ücretleri ve çalışma koşullarını protesto ederek eylemlere geçtiler. Yaşananlara baktığımız zaman işçi hareketleri çok da örgütlü gibi gözükmese de suyun aktığı ve kendi yolunu bulduğu gibi bir yol izliyor. Bir de bu konuda şu tespiti yapabiliriz. Bugüne kadar birçok işçi sendikalarının tersine işçi hareketleri sarı sendikaları da aşmış görünerek çeşitli yöntemlerle direniş gösteriyorlar.
Burada en önemli sayabileceğimiz eksiklik kuşkusuz politik önderlikten yoksunluktur. Geçmişte yani 1960’lı 1970’li yıllarda siyasal önderlik olduğu için işçi mücadeleleri de bu gerçeğe paralel gelişkinlik ve başarı göstermiştir. Bugün ise böyle bir önderliğin yapıldığı söylenemez ama şunu da unutmamak gerekir her zaman için politik önderlik de başarı için bir ölçü olmayabilir. Ama yine de politik önderlik başarının en önemli anahtarıdır.
Bildiğiniz gibi işçilerin ekonomik sorunlarını savunan sendikalarıdır. Ancak sendikal mücadele ile politik mücadeleyi çok da birbirinden ilintisizmiş gibi düşünmek doğru değildir. Çünkü politik mücadele yükseldiğinde de işçi sınıfının sendikal hareketlerinin yükseleceği ve daha etkili olacağı bir gerçekken sendikal mücadelede politikleşmeye sıçrayabilir. Çünkü grev ve direnişlerin her biri aynı zamanda da işçiler emekçiler için bir okuldur.
Bugün birçok eksiklik nedeniyle kimi sendikalar solcu bir anlayışla hareket ettikleri gibi kimileri de anarko-sendikalizme savrulabilirler. Bu durum tarihte pek çok örnekleriyle sınıf mücadelesini sakatlamıştır. Şöyle ki bu tür sendikal anlayışlar sendikal mücadelenin politik önderlikle bağlarını zayıflattığı ve hatta reddettiği için sonuç itibari ile solculuk gibi de görülse sistem içi kalmaya mahkumdur. Anarko-sendikalizm partili mücadeleyi beyhude gördüğü için her fırsatta işçi sınıfının kendiliğindenci hareketlerini öve öve bitiremez. Sonuç itibari ile de düzenin yıkılması yerine sömürüsüz bir düzen kurulması yolunda bir bakış açısı olmadığı için sistemin değirmenine su taşır.
Bu sözlerden sonra şunu söyleyebiliriz. Evet, bugün işçi sınıfı hareketleri yükseliştedir. Sosyalistler ise değişik kanallardan akan ırmaklar gibidirler. Dolayısı ile etkili bir mücadele yapılabilmesi için sosyalistler birbirleriyle ilişkilerinde daha düzeyli ve daha ön açıcı olmalı ve yükselen işçi hareketlerine sosyalist bir önderlik yaparak mücadeleyi üst noktalara taşımak için özverili bir çaba göstermelidir. Bunun için yapılması gereken madem ki sosyalistler arası bir dayanışmadır bu gerçeklikte özüne uygun bir şekilde yerine oturtulmalıdır. Aksi halde onca emeğin boşa gitmesi ve hayal kırıklığı ile sonuçlanması olasıdır. Biz burada özellikle anarko-sendikalist anlayışı bu bağlamda farklı bir yere koyuyor sınıfın kafasını karıştırmaması gerektiğine döne döne vurgu yapıyoruz.
Sınıf gereği çeşitli özellikle de sol liberallerce sulandırılmak istenmekte bu nedenle de mücadele kimilerince etnik ve inanç boyutuna çekilmek istenmektedir. Şurası bir gerçek ki sınıf hareketi ve sosyalist mücadele işçi sınıfını inançlarına ve kimliklerine göre bölmeyi amaçlayanların görüşleriyle örtüşemez. Ancak demek değildir ki kimlik sorunu sosyalistler için bir anlam ifade etmemektedir aksine kimliklerin haklı mücadelesi de sınıf hareketiyle örtüştüğünde kalıcı sonuçları olacaktır bu gerçek de hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır.
Bugün yükselen sendikal hareketler ve direnişler önemlidir. İçinde yaşanılan koşullara baktığımız zaman burjuvazinin kendi demokrasisini bile askıya aldığını görmekteyiz evet. Ancak bu mücadeleyi hele sosyalistlerden kimsenin kutsadığı olmamasına karşın ortaya atılıp birilerini burjuva politik çerçevesi içinde mücadeleyi hapsettiğine dair varsayımlarda bulunmak da kesinlikle bir boşluğu yumruklayıp durmaktan öte bir şey değildir. Niye derseniz hiçbir sosyalist yapı hiçbir zaman onca emek vererek ter akıttığı bir mücadele ile varmak istediği yeri sistem içi sınırlara hapsetmez hapsetmiyor da zaten. Amaç verilen mücadelenin bir üst düzeye sıçratılarak iktidarın ele geçirilmesi ve sosyalist iktidarla taçlandırılması söz konusudur.
Biz bir gerçeğe değinmeyi gerekli görüyoruz. Ülkede sanki seçimler dışında bir mücadele yokmuş gibi seçimler üzerinden pek çok şey yazılıyor çiziliyor. En çok da CHP ve HDP üzerinden konuşularak ittifaklar üzerinden en sınıfçı nasıl olunurmuş dersi veriliyor. Evet, ittifaklar yapılabilir. İttifaklar yapılırken de hiçbir parti kendisini asli görevlerinin dışında hareket etmeye zorlanamaz ki zaten ittifak denilen şey böyle bir şeydir. Bağlayıcılığı niye olsun ki bir araya gelen özneler zaten aynı olsa aynı parti çatısı altında birleşir. Demek istiyorum ki seçimlerde ben sınıfın tek tartışılmaz öznesiyim düşüncesi ile seçimlerde bile bir araya gelemiyorsa daha ileri amaçlar için sosyalist sol nasıl bir dayanışma kültürü oluşturabilir ki?
Görüldüğü gibi zaten oluşturulamıyor da. Sözde sınıfsallık özde pasifizmin her zaman ayakları da bu alışkanlıklar üzeri kuruluyor ki bunları az yaşamış değiliz.