Yazan: Turgut Koçak 5 Eylül 2020
Hepiniz şu korona virüs dalga dalga yayılmaya başladığı dönemlerde kendilerine devrimciyim diyenlerin ağzından neler duymadınız neler. Onlara göre korona virüs bir gerçeği herkesin kafasına çivi gibi çakmıştı. Geçmişte ekonomik krizlerde egemen sermaye güçleri tarafından ‘hepimiz bir gemideyiz, batarsak hepimiz birlikte batmış olacağız’ dendiğinde iyi kötü celallenilir aynı gemide olmadığımız yüksek sesle dile getirilirdi. Oysa korona virüs salgınında birileri aynı gemide olduğumuzu keşfediverdi. Hem öyle bir keşifti ki korona virüsten sonra sömürü düzeni eşitlik düzeyinde son bulabilirdi.
Ama olanlara baktığımız zaman hiç de öyle olmadığı görüldü. Hatırlılar yani egemen sınıfın insanları korona virüs söz konusu olduğunda da durum değişmedi, herkes onlar için onlara hizmet için hazır ola geçiverdi niyeyse. Hem son zamanlarda kendisine pek çok nedenle önem bile verilmeyen sağlık çalışanlarının gözlerinin önünde yaşandı bütün yaşananlar. Sözün özü egemenlere korona virüs bile söz konusu olsa sunulan hizmet hizmetin en iyisi olmalıydı öyle de olmaktadır. Geride kalanların durumu ise sınıfsal konumları neyse görecekleri muamele de oydu. Bu yüzden ağır hastalar bile hastaneye alınmayıp evlerine yollanıverdiler. Yani öncelik kime verilmesi gerekiyorsa ona veriliyordu.
Eh sistem yapacağını yapmış seçimini kimden yana olacağını açıkça belli etmişti fakat yine de kafalarda soru işareti bırakan bir gerçek vardı ki böyle durumlarda AKP’yi ölümüne destekleyen emekçi sınıf ve tabakalar içinde yer alanlar ne yapacaklardı, yine eskisi gibi AKP’yi ölümüne destekleyecekler miydi yoksa AKP’den kopacaklar mıydı? Can alıcı soru bu, sorunun yanıtında da önemli sonuçlar yatıyor. Bir yandan ekonomik kriz, diğer yandan sağlık konusunda fırtınaya dönmek üzere olan kriz nelere gebeydi nasıl olsa yakın zamanda gerçekleri hep birlikte göreceğiz.
Şu son zamanlarda olup bitenleri de değerlendirdiğimizde AKP ve saray iktidarının toplum katında izlediği politika nedeniyle yani dincilği körüklemesiyle kendi tabanında ve birçok çevrelerde yazgıcılığı yaygınlaştırdığını bir şekilde görüyoruz zaten. AKP’nin yarattığı baskı, zulüm ve yoksulluğa karşın yine de bu iktidarın saflarının hızlıca boşalmamasının nedeni olsa olsa yazgıcılık olur ki toplumu bu yöne iten nedenlerden birisi de hiç kuşku yok ki kendilerini muhalefet olarak niteleyen kesimlerin beceriksizliği yüzünden olduğu gibi yığınların seçeneksizliği de bu duruma hizmet ediyor diyebiliriz. Onca ağır sorunlara karşın iktidarın hâlâ destek görüyor olması başka türlü nasıl anlatılabilir ki?
İktidarın her ne olursa olsun peşinde olanların yazgıcılığı elbette daha çok dinin insanlar üzerinde yarattığı etkiden kaynaklanıyor. Ne yaşarsa yaşasın insanlar dini kalıpların dışına çıkamıyor. İşsizliği, hor görülmeyi, yoksulluğu, umarsızlığı insanlar tartışılması bile olanaksız bir yerin kendilerine bahşettiği şey olarak görenlerin aklının keskinliğinin körelmediğini düşünebilir miyiz? Bu durumda ne söylersek söyleyelim bu kesimler üzerinde şoke edecek bir muhalefet hareketi ancak yön değiştirebilir. İşte o zaman kabul edelim ki iktidar çevresinden kopuşlar çok daha hızlı olacaktır.
Ülkemizde din kaynaklı bunca tarikatlar söz konusudur. Bunların her birinin kendine özgü tutum ve davranışları vardır. Bu tutum ve davranışlar toplumun değişik değişik kesimlerinden kişileri aidiyet anlayışı etrafında toplamakta dini bir takım yollarla da ipleri öyle bir sağlamlaştırılmaktadır ki bu çevrelerin tek tek AKP ve saray iktidarına bağlı oluşlarını da iyi okumak gerekiyor. Bir düşünün Uşşaki tarikatının şeyhi Fatih Nurullah insanlık suçu işliyor fakat sahip çıkanı yine onca gerçeklere karşın yine de iktidar oluyor. Bu konunun yazılıp çizilmesine bile yasak getiriliyor olması iktidarın bu çevrelerce desteklenmesine yetiyor da artıyor bile…
Onca çocuk istismarında isimleri geçen tarikat, cemaat, vakıf ve derneklere baktığımız zaman gördüğümüz alamet neyse böyle bir iktidarın din adına bile olsa yoldan çıkmışlarca desteklenmesi bize göre bir anlamda da kazan kazandır hesabıdır. AKP iktidarı denilebilir ki varlığını bunun üzerine kurmuştur. Kazananlar kazanmaktadır, kazanamayanlar ise zaten çeşitli yöntemler kullanılarak kişiye öyle bir bağlı kılınmıştır ki o kişi ne derse yoksul kimse yaşadıklarına değil o kişinin istediği doğrultuda davranarak iradesini ipotek altına vermiştir. Uşşak tarikatı şeyhi Fatih Nurullah’la kızın babasının konuşmalarını işittiğiniz zaman işin nerelere vardırıldığını sizler de anlamış olacaksınız.
Yazgıcılık, öyle bir şeydir ki insanlar kendilerini unutmuşlardır. Tarikatlarının istekleri dışında düşünmelerinin olanağı kalmamıştır. İktidar tabanında kopuşun sınırlandırılması için ülkede tarikat, cemaat, dini vakıf ve derneklerin önü iktidar tarafından sonuna kadar açılmıştır.
Bizlerin iktidar tabanında sonuç alıcı bir kopuşu yaratmak için sınıf silahını yani ideolojik mücadeleyi çok daha başat olarak ele almamız ve toplumu hareketlendirmemiz ve yığınlara moral kazandırmamız gerekir ki sonuç alabilelim.
Yoksa sistem partilerinin çoğunun düştüğü gibi iktidara benzeme hastalığı bir küf gibi her yanı sarabilir…