İFLAS EDEN YAHUDİ

Yazan: Turgut Koçak 20 Nisan 2020

Derler ki iflas eden Yahudi eski defterleri karıştırırmış. Bu söz aklıma solda politik iflasın eşiğine gelmiş olan bazılarının akla yatkın bir öneride bulunmadan orada, burada gezinip Ortodokslukla suçladıkları sosyalizmi ödünsüz savunanlara söz yetiştirmeye çalışmalarını getirdi aklımıza.

Herkesin korona virüs günlerinde zamanı çok ya isteyen kaleme sarılabilir herhangi bir konuda olduğu gibi sosyalizmle ve iktidarın nasıl alınması gerektiği ile ilgili de bir şeyler söyleyebilir elbette. Bu yaklaşımlardan birisi de Metin Çulhaoğlu tarafından ‘İleri Haber’e yazılmış. Çulhaoğlu yazısının girişinde “Türkiye’de ortodoks sosyalist (Marksist) kesim, post-Marksist eleştirileri yanıtlarken aslında hiç gerekmediği halde kimi eski ezberlerde ısrar etmiştir” diye yazmış. (Marksist) sözcüğünü ise parantez içinde yazmış. Yani bir anlamda Ortodoks sosyalistleri Marksist olmamakla da suçlamış diyebiliriz. Bu çevrelerin post-Marksist eleştirilere yanıtını ise eski ezberlerde ısrar olarak görmüş.

Bazıları için iki de bir de bu noktalara dönmeyi hayra alamet görmemiz pek olası değil. Niye derseniz bize göre bu tür yaklaşımlar bize yeni bir çark etmenin ısınma hareketleri olarak görünüyor.

Çulhaoğlu’ndan uzun bir alıntı ama ne yapalım almadan da olmaz. “Uzatmamak için işçi sınıfının “yok olmadığı”, tersine nicel olarak arttığı, emek sömürüsünün katlanarak sürdüğü gibi gerçekleri geçip işin “ezber bozma” kısmına gelelim: İşçi sınıfının yapısında meydana gelen değişiklikler, bu sınıfın belirli bir kesimini, örneğin sanayi proletaryasını özel bir yere koyan yaklaşımların altını boşaltmıştır… Bunun yanı sıra, yaşanan çok yönlü değişimler, bir dönemin fetiş mekânı “fabrikanın” önemini azaltmıştır… İşçinin çalıştığı sektörün, işkolunun, üretim sürecinde bilfiil yer alıp almamasının ve benzer faktörlerin, sınıfın canlılığı, uyanıklığı ve direngenliği gibi özelliklerle zorunlu bir ilişki içinde olmadığı ortaya çıkmıştır.

Sonra, özünde Marksizm dışı olsa bile ideolojik motif niyetine kullanılabilecek “emek en yüce değerdir” gibi sözlerin ve “üretimden gelen güç” gibi aşıların işçi sınıfında bir özgüven yarattığını söylemek mümkün görünmemektedir.”

Eee acaba şimdi ne söylemek istiyor Metin Çulhaoğlu da bu kadar lafı dolandırıp duruyor. Bu konuya da yazısının devamında açıklık getirmiş ve 1960-1970 yıllarda ülkemizde işçi sınıfının konumuna değinip Cem Karaca’yı da işin içine çekerek “İşçisin sen işçi kal” işçililiği ile bir had bildirme yoluna gitmiş. Devamında ise o günün işçisindeki işçi olma hevesliliğine, kendine güvenme yetisine değinerek işçilerin toplumun diğer kesimlerine güven verdiğine de parmak basarak o günlerin tanığı biri olarak anekdotlar aktarmış. Sonra “Tamirci Çırağı”nı dinleyenlerin coşkuyla ayağa kalkarak yumruklarını havaya kaldırıp şarkıya nasıl eşlik ettiklerini anlatırken işçi olarak kendilerine güvendiklerini bu özgüvenle de işçi kalmaya kararlılıklarını da aktarmayı ihmal etmemiş. 1970’li yıllarda böyle olan durum şimdi öyle miymiş peki? Değilmiş. Sonra o günlerdeki ortamı Ecevit gerçeğini de işin içine sokarak anlatmayı sürdürmüş.

“Ancak, asıl görülmesi gereken nokta başkadır: Bugün işçi sınıfının yeniden özgüven kazanması gerekiyor; ama az önce sıralanan, 70’li yıllara ait “özgüven etmenlerinin” yeniden ortaya çıkması hiç mümkün görünmüyor…” Savıyla bir umutsuzluğu da dışa vurmuş.

Çulhaoğlu, artık kapitalizm eskisi gibi “refah devleti” modeline dönüp “üretim ekonomisine” de geçemeyeceğini patronların daha fazla ücrete yanaşmayacağını, sendikaların da güçlenip toplu sözleşmelerde patronu tir tir titretemeyeceğini, bundan böyle sanayi proletaryasının da yeniden ortaya çıkıp sınıfın diğer kesimlerine de ağabeylik yapamayacağını dile getirip sözü deyim yerindeyse ortada bırakmış ama bırakmamış gibi yaparak 1960-1970 yıllarında Avrupa komünizmine de gönderme yaparak o günlerin geçip gittiğini yazmıştır.

Sözünü tamamlamadan Çulhaoğlu, Marksı ‘da imdada çağırmadan yapamamıştır. Nedir o?

“Anahtar, Kapital’in 1. cildinde “Bir Göreli Artık Nüfusun Gittikçe Artan Ölçüde Üretimi ya da Yedek Sanayi Ordusu” diye başlayan bölümdür (Marx, a.g.e. çevirenler: Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Kitap 2010, ss. 619-626).”

“Göreli artık nüfus” konusu ile sizi daha fazla yormak istemeyiz bu konuda da açıklamalar yapmaya girişmeden Çulhaoğlu’nun yazdıkları ile yetinmek en iyisidir diye düşünüyoruz.

“Toplumsal proletarya” diyebileceğimiz bu çok geniş nüfusun bugün öne çıkan bir kesimi, bir öncüsü, “eşitler arasında birincisi” yoktur; özgüvense, sanayi proleteri, işsizi ve “en dipteki tortuya” doğru itileni hep birlikte ve ancak bir hareketin yaratılmasıyla kazanılacaktır.

Sosyalistler, “işçi sınıfı devrimcisiyiz” diyenler elbette sınıf hareketi yaratamazlar; ancak, ülkede böyle bir niceliğin olduğunu, bu niceliğe ulaşma yollarının denenmesi gerektiğini bilmeliler.

Yoksa atı alan Üsküdar’ı geçer, biz de sendikalı ve iş güvenceli “modern sanayi proletaryasıyla” birlikte bir savunma mevzii inşa etme çabalarına koyuluruz.

Kime nasıl ulaşacağız?

Ulaşmak ve bu sayılan kesimleri bizim istediğimiz doğrultuda bir şekle sokabilir miyiz, sokacaksak bunu hangi maddi temele dayandıracağız? Eğer dibe vuranlarla iş görülecekse bizim kadar karşımızdakilerin de bu güçten hem de bizlerden daha da etkili bir şekilde yararlanacaklarını düşünüyor muyuz?

Ya da şöyle soralım yoksa dünyanın sonu mu geldi de biz sosyalistler dayanacağımız dinamik güçler mi bulamıyoruz?