Yazan: Turgut Koçak 12 Ocak 2021
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ymüş. Buna neden de 10 Ocak 2961 yılında Türkiye’de gazetecilerin haklarının yasal güvenceye alınması için ‘212 Sayılı Kanun’ çıkarılmış. Bu noktaya gelinmesi içinse gazeteciler direnmişler, 9 gazete patronu ise yasanın çıkmasını engellemek için 3 gün süre ile gazetelerini kapatmışlar.
O günden bugüne onca zaman geçti fakat basın özgürlüğü ve gazetecilerin hakları konusunda bir arpa boyu yol alınmadığı gibi tersine cumhuriyet öncesi istibdat döneminin bile gerisine düşüldü.
Bilindiği gibi salgın dünyayı ve ülkemizi kasıp kavururken bir de bizim ülkemizde her şey saklanmaya çalışıldı. Bu konuyu yine de gündeme getiren gazeteciler için Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözlerini aklımızdan hiç mi hiç çıkarmamamız gerekiyor. “Medyadaki virüsleri temizleyeceğiz.” Şimdi dönelim 10 Ocak günü Erdoğan ne söylemiş ona bakalım:
“Çok sesli, etkin, herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getirebilen medyanın varlığı, demokratik ve şeffaf toplumun olmazsa olmaz koşuludur.”
Gerçi yukarda söylenenle daha sonra söylenen sözlerle taban tabana zıt zıt olmasına da bu ne anlama geliyor akıl erdirmekte zorluk çekiyoruz.
Şöyle bir baktığımız zaman iktidarın medyanın neredeyse yüzde yüze yakınını ele geçirdiğini, bu televizyon ve gazetelerde ise geceli gündüzlü AKP ve saray iktidarının propagandasının yapıldığını görüyoruz.
Olay TV daha yayın hayatına başlamasının ayını bile doldurmadan kapısına kilit vurmak zorunda kaldı. Tele1’e Halk TV’ye 5 günlük ekran karartma cezalarının yanında pek çok kez para cezası verildi. İktidarı desteklemeyen gazetelerin resmi ilanları kesildi. Doğru dürüst okunmayan yandaş gazetelere ise ilanlar su gibi akıtıldı. Bir başka deyişle yandaş yazılı ve görsel basın beslendi.
Sınır tanımayan gazetecilerin raporuna göre; Türkiye’de 67 gazeteci içerde yatıyor. Van’da kışlada yaşanan biri linç edilen diğeri ağır yaralanan köylünün haberini yapan gazetecileri çoktan unuttuk bile.
Gazeteciler yazdıkları yazılardan ve konuşmalarında dolayı adliye kapılarında süründürülüyor. Haklarında hapis istenen gazeteci sayısı ise 179. Hele şu söz kolay unutulmaması gereken bir sözdür fakat şimdi çıkılıp sorulsa belki de kimse anımsamaz bile. Fatih Portakal’a karşı ne söylemişti Recep Tayyip Erdoğan; “haddini bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni” (Ne kadar şiirsel olmuş değil mi?) Sonra efendim halka çağrıda bulunarak ben Sözcü gazetesi okumuyorum siz de para verip almayın diyen de yine Sayın Erdoğan…
Ülkemizde yakında bir af çıkarılmadı mı? Bu afla kamu vicdanını sızlatan pek çok suçlu özgür kalırken nasıl oldu da ek bir yasa ile Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç içerde kaldı hiç vicdanınıza sordunuz mu? Şöyle bir baktığınız zaman sansürün gazete ve televizyonlarda boyutunu kestirebiliyor musunuz? Kimi gazeteler başlıklarını bile saraydan izin alarak atabiliyor.
Televizyonlarda herkes tedirgin ya televizyonun başına bir şey gelirse tedirginliği ile kişiler kendi kendilerini sansürlüyorlar.
Bazı yolsuzluk haberlerine yargı ulaşma engeli getirebiliyor. İş öyle sıkı tutuluyor ki katlanarak habere erişim engeline ulaşılamaması için de engel getirilebiliyor. Tıpkı ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ filminde olduğu gibi.
Hani insan sormak istiyor, Berat Albayrak Maliye ve Hazinden Sorumlu Bakan görevinden “affını” istediydi ya bütün yandaş basın bu konu ile ilgili tek bir haber bile veremedi. Ancak bu konuda 27 saat geçtikten sonra şu şu oldu diye geveleme haber yapabildiler.
Gazeteciler iktidarın hoşuna gitmeyen haberler yaptıklarında ve yazdıklarında terörist ve hain damgası ile yaftalanıyorlar. Halktan her türlü yolsuzluğu, hırsızlığı, yapılan zamları gizleyenler ise ‘yerli ve milli’ oluyorlar niyeyse. İktidardan çöplenenlerin çöp haberlerine ne engel var ne de onlar bir yaptırımla karşılaşıyor.
Hani iş konuşmaya gelince mangalda kül bırakılmıyor da Türkiye her ne hikmetse basın özgürlüğü konusunda 154. Ülke oluyor sıralamada. Birçok Afrika ülkesi bile basın özgürlüğü konusunda bizi sollamış. Türkiye öyle bir karanlık dehlize sokulmuş ki ortada şeffaflık yok. Düşünseniz ya korona virüs salgını ile yaşamlarını yitirenlerin ve hastalananların sayısını bile bilmiyoruz. Yani toplumdan gizleniyor. Açıklanacaktı hala açıklanacak. Yaratılan karanlıktan en çok yararlananlar hırsızlar ve yolsuzluk yapanlar oluyor. Vergi kaçırmak için ta Virjinya’da şirket kuranların dokunulmazlığı var gibi üstüne gidilmediği gibi bir de üstüne üstlük geri dönmeyeceği biline biline bu şirketlere milyarlarca kredi verilebiliyor.
Evet, ülkede sansür var, gazetecilere baskı var yaptırımlar var. Doğru haber yazan ve açıklayan gazeteler de televizyonlar da görülmemiş tehdit altındalar. Bu konuda tam anlamıyla istibdat günlerini aratan zorluklar yaşıyoruz ama hiçbir şey yokmuş gibi davranılıyor. AKP’nin oluşturduğu kadroların önemli bir bölümü üçer beşer maaş alarak gelirlerini 60-70 bin hatta daha da yukarılara çıkaranlar var ama bunların üzerine gidilemiyor. Yargı ise suskun, saraydan gelecek emri bekliyor. TBMM var ama sarayda kapalı kapılar arkasında küçük bir azınlıkla son sözü söyleyen Recep Tayyip Erdoğan ülkenin yazgısı ile ilgili kararlar verebiliyorlar.
Gün geçmiyor ki iktidar tarafından gereksiz bir gündem yaratılıp muhalefetin üzerine çullanılmasın. Bu konuda sanırız geceli gündüzlü çalışan ve devletten aylık alan troller olsa gerek.
Darbe olur mu, darbe koşulları var mı kimse sormaksızın bu konuyu sık sık gündeme getirip iktidar aklınca demokrasicilik oynuyor. Bu konu konuşulurken de iktidar işine bakıyor. Ancak bu konu adam sende deyip geçilecek bir konu değil. Çünkü iktidarın kötü masallarının yine de iş yaptığını görüyoruz.
Ortada basın özgürlüğü namına bir şey yok 10 Ocak 1961 tarihinde çıkarılan yasadan eser bile kalmamış fakat bizim ülkemizde yine de 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü ananlar ve bu konuda konuşanlar var. Erdoğan’da bunlardan biri. Ama ne söylediğini yukarıda yazdık işte. Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı Fahrettin Altun bile bakın ne söylemiş: “Ülkemizde basın özgürlüğü 20 yıl öncesiyle kıyaslanmayacak ölçüde genişletilmiştir.”
Bir de şu var, artık basın kartı da bu iktidarın elinden geçiyor. Yani Fahrettin Altun’un elinden alınıyor basın kartı. Kısacası fazla söze gerek yok ama şu gerçek ki şaka gibi bir ortamdan geçiyoruz.
Yaşadıklarımızsa bize çok acı veriyor çok.