HALKIMIZ YOKSULLAŞIRKEN

Yazan: Turgut Koçak 12 Ağustos 2021

AKP iktidarı iş başına geldiği günden bu yana sürekli olarak şişirme büyüme rakamları verilir ama bunların hiçbirisi üretimden kaynaklanan bir büyüme değildir. Neredeyse büyümenin tamamı dışarıdan ülkemize giren sıcak paradan kaynaklanır ki bunun da çok övünülecek yanı yoktur. Yoktur çünkü elin insanları yeri gelir ülkenin en zor dönemlerinde paralarını faizleriyle birlikte alıp ülkeyi terk ederler. Ancak iktidar madem büyümeden söz ediyor bizde kendilerine soralım; mademki büyüyoruz halk olarak bu büyümeden payımızı niye alamıyoruz da tam tersi giderek niye daha yoksullaşıyoruz?

Bırakalım büyümeden pay almayı kişi başına milli gelir artışı ile karşılaştırdığımızda işçi emeklisinin yüzde 22, memur yüzde 28, memur emeklisi yüzde 41, kamu işçisi ise yüzde 42 daha düşük gelir elde etmiş.

Yaz ayları pazarlıklar ayıdır. Çalışanlar ne isterlerse istesinler istediklerinin yarısını bile elde edemeden iktidarın dediğini kabul ederek pazarlık masasından kör pişman geri dönerler. Bugün iktidar 3,5 milyona yakın kamu görevlisine ve 2,5 milyon memur emeklisine vereceği teklifi açıklayacakmış. 700 bin kamu işçisi adına sözleşme imzalandı bile. Özetle söylersek bugünlerde konuşulan iş sözleşmeleri kamuda çalışan neredeyse 7 milyon insanı ilgilendiriyor. Ayrıca özel sektörde süren iş sözleşmeleri de kamuda imzalanan iş sözleşmelerinden büyük ölçüde etkilenecektir.

12 Eylül sonrası sendikaların içi boşaltıldı. Çalışanlar aleyhine çıkarılan yasalarla her türlü hak arama yollarının önü kesildi. İşçiler ve emekçiler grev yapabilme hakkını yasada olmasına karşın kullanamıyorlar. Bu nedenle de çalışanlar ağır bir baskı altındalar. AKP ve saray iktidarı ile birlikte de koşullar çalışanlar aleyhine daha da zorlaştırılmış bulunuyor. Bu yüzden de AKP ve saray iktidarı ne kadar zamma evet derse onu kabul edilip geçiliyor. Ancak AKP ve saray iktidarı döneminde çalışma yaşamı çalışanlar aleyhine ne kadar bozulmuş, ibre ne denli çalıştıranlar çıkarına artmış bu gerçeği de hepimiz biliyoruz.

Ülkemizde gelinen noktada enflasyonun gerçekte açıklanan rakamlar olmadığını herkes biliyor. Bununla birlikte toplu iş görüşmeleri sürerken genellikle dikkate alınan rakamlar enflasyondur. Çalışanlar enflasyonun biraz üstünde zam alırlarsa alım güçleri düşmemiş olur da ancak verilen enflasyon rakamları doğru olmadığı ve hatta iki mislinden bile fazla olduğu için iktidarın verdiği enflasyon rakamları üstünde zam bile yapılmış olsa değişen bir şey yoktur çalışanların gelirleri bu nedenle de giderek daha da düşmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Vedat Bilgin kamu kesimi ile ilgili yürütülen toplu iş sözleşmesine dikkat çekerek şöyle diyor. “Çalışanı enflasyona ezdirmeyeceğiz.” Ancak bu söylenenlerin yukarıda da belirttiğim gibi hiçbir inandırıcı yanı yoktur ve zaten gelmiş geçmiş bütün iktidarların bu söz dillerine pelesenk olarak yapışmıştır adeta. Kaldı ki enflasyon, çalışanların insanca yaşamaları için tek başına bir ölçü de olamaz.

TÜİK’in enflasyon rakamları konusunda yaptığı açıklamaların ölçü alınması bir şey ifade etmiyor. Etmiyor çünkü TÜİK iktidardan gelen istekleri açıklamanın ötesinde gerçeği yansıtacak bir açıklamada bulunması neredeyse olanaksız hale gelmiş durumda. Hem rakamlar inandırıcı değil hem de bu rakamların ölçüt alınması bile artık AKP ve saray iktidarı döneminde işlevselliği olmayan yalan yanlış rakamlar ki üstünde düşünmeye bile değmez. Mutfağa bakın enflasyonun yüzde 60’ları bulduğunu görürsünüz, bazı temel gereksinimlerde de durum hiç mi hiç farklı değildir. Üstelik de insanların daha iyi yaşaması için enflasyonun tek başına ölçü olarak kabul edilmesi de kapitalist dünyada çalışanlar için çok da önemli değildir.

O zaman hesaplamalar yapılırken salt enflasyon ölçü alınmamalı, çalışanlar büyümeden, toplumsal zenginliklerden paylarını alabilmelidirler. Ancak bu gerçeğin ülkemizde pek de işlemediğini gördüğümüz için iktidarlara propaganda anlamında büyüme rakamları kazanç getirse de milyonlar için çok da anlamlı değildir. Ülkemizde sol siyasi partiler ve sendikalar gündemlerine bu gerçeği de almalı ve toplu iş pazarlıklarına bu konuyu da taşıyarak iktidarları köşeye sıkıştırmak için ellerinden geleni yapmalıdır diyeceğim de çalışanlar adına masada kim var, bu sendikalar nasıl sendikalar bu konuyu da es geçemeyiz. Her türlü baskının ve örgütlenmenin önüne set çeken iktidar kendisine yandaş sendikalar kurmuş, bunu da bir şekilde yani baskılarını arttırarak çoğunluk sendikası haline getirmiştir ki bu sendikalardan bunu bekleyemeyiz. O zaman da her koşulda küllerinden yeniden doğan ve bu işbirlikçi sendikaların önünü kesen ve öne çıkan bir sendikalaşma hareketini de başarıya ulaştırmalıyız.

12 Eylül’den bu yana ülkemizde zengin yoksul arasındaki makas öyle bir artmıştır ki, konuşulacak rakamlar gerçekten de dudak uçuklatıcı rakamlardır.

Yani her fırsatta emek karşıtlarının önüne sınıf gerçeği ile çıkmalı ve başarı için özverili bir mücadele yürüterek bize kabul ettirilmek istenenlerle hiçbir zaman yetinmemeliyiz diyorum o kadar…