Yazan: Turgut Koçak 8 Ağustos 2020
Yıllardır ülkemizde halk düşmanlığı ilmik ilmik işlenmiştir. Bu yüzden de esnafı, işçisi, işsizi, çulsuzu hepsi sanki hazırlıklı gibidirler. Çabucak galeyana gelip şurda şu olmuş deseniz oraya yürüyüp salya sümük saldıracaklardır. Allahüekber nidaları ile işyerinin tabelasında Diyarbakır yazdığı için saldıranların ruh halini varın siz düşünün. Geçmişte yaşanan o kadar örnek var ki hangi birisini verelim. Bu olaylar olur, arkasından da ülkenin güvenlik güçleri gelip yaşananları tapanlar, saldırganları değil de saldırılanları yaka paça edip gözaltına aldı mı iş tamamlanacaktır.
Yıllar yılı kendilerini böyle konumlandırmış olan halk düşmanları özellikle de taşra kentlerinde oldukça çoktur. Bu yüzden de taşra kentlerinde üniversite ve açılan yüksekokullardaki öğrencilere karşı oraların yerli ve millileri hep tetikte gibidirler. Olur ya çıkıp biri bir densizlik ederse nasıl olacak da bu sözünü ettiğimiz kesimler tepkisiz kalacaktır değil mi?
Şimdi olağan durumlarda ülkenin neresinde olursa olsun, sayılarına bakılmaksızın eğer öğrenci ya da yurttaş memnun olmadığı bir konuda düşüncelerini paylaşmak için bir basın açıklaması yapmaya kalkışsa hep bu ve buna benzer durumlarla karşılaşır. Bu durumu kimsecikler de yadırgamaz üstelik. Öyle alışılmıştır ki insanlar olup bitenlere aldırmadan geçip gider ve günlük yaşamlarına da devam ederler. Hani işler kötüye gittiği zamanda bu çevreler var ya öldüydük, bittiydik diye yakınır dururlar. Oysa kimsenin sesini çıkarmaması için oluşturduklara kara milislerin nelere sebep olduğunun farkında bile değildirler. Yasalarmış, yasalarda yurttaşların hakları varmış kimse akıl edip de düşünmez bile. Yetkili olarak nitelendirilirler ise görevli oldukları yerde çıt çıkmasını istemezler. Çünkü yukardan kendilerine hesap sorulacağını düşünüp hep terfileri ile yatıp terfileri ile kalkarlar. Bu yüzden de yöneticiler halkın bir istekte bulunmaması için demoklesin kılıcı işlevini görürler.
Hani halk içinde yuvalanan dincisi, gericisi, yobazı faşisti var ya yıllardır böylesine saldırılar yaparlar kimisi öyle saldırıdır ki yüz yıl geçse etkisini silmenin ne olanağı vardır ne de silinebilir. Örneğin 2 Temmuz 1993 yılında yaşanan Sivas katliamı unutulabilir mi? Peki kim gerçekleştirmiştir bu katliamı? Tarikatlar mı, cemaatler mi, dinci, gerici denek, vakıf vb. kuruluşlar mı? Evet, bunlar işin içindedir ama böyle bir katliamı gerçekleştirmek yine de işin içinde başka şeyler olmasa kesinlikle olası değildir. Yani işin içinde devlet vardır devlet. O devlet ki yıllarca bu ve buna benzer olayları hem örgütlemiş, hem arkasında durmuş hem de kışkırtmıştır. Bu yüzden de halkın içinde bu görevi her daim yerine getirecek nöbetçi gönüllüler vardır ve bunlar büyük tehlikeler yaratacak konumdadırlar da üstelik.
Dinci çevreler ne kadar hoşgörüden şundan bundan söz ederlerse etsinler hiçbirinin ne asılı vardır ne de astarı. Onlar için hoşgörü demek ben kendimle başkalarını eşit tutuyorum anlamı taşımaz. Onların hoşgörüden kasıtları olsa olsa katlanmak kadar bir değeri vardır ki katlanmayı da değerlendirmeye bile almak gerekli değildir.
Salt bu anlayış İslam fanatizmi ile de sınırlı değildir üstelik. Bütün sözünü ettiğimiz olumsuz fanatizmi bütün dinler özünde taşırlar.
Şimdi Türkiye’de olup bitenlere baktığımız zaman İslami fanatizm ne kadar yekinirse yekinsin laik yaşam tarzını aşacak konumda olmadıklarından dehşet içindedirler. Bu yüzden de öyle saldırganlaşmışlardır ki sanırsınız arkalarına ordular toplamış gibi davranmaktadırlar. Oysa AKP iktidarı ile birlikte İslam fanatizminin de yığınların gözünde hiçbir şey olmadığı bir güzel anlaşıldığından sade inananlar için bile artık radikalleşen kesimlere bir yakınlık bir ilgi duyulmamaktadır.
Sonuç olarak minbere kılıçla da çıkılsa, lanetler de okunsa insanlığa dini çevrelerin verebileceği ne değer, ne ahlak ne de uyulması olağan ilkeleri söz konusudur. Mal, mülk, zenginlik onlar için vazgeçilmezdir. Sınırlarını da böyle çizdiklerinden artık yığınlarca birer nefret topluluğuna dönüşmenin ötesinde bir şey de ifade etmemektedirler.