Yazan: Turgut Koçak 19 Ağustos 2021
Tam da 10 bin kilometre uzaktan Türkiye’de dincilerin iktidar koltuğuna nasıl oturtulacakları konuşuluyordu ki ülkemizde de solculuktan liberalizme geçenlerin gündeminde de Türkiye’deki laiklik vardı. Bu yeni akım sürekli olarak laikliğe karşıt düşünceler dile getiriyor, bu konuda düşüncelerini dile getirirken de M. Kemal Atatürk’ün ne diktatörlüğü kalıyordu ne de halkın karşısında oluşu. Bu düşüncede olanlara aklı başında üniversite çevrelerinde adı sosyaliste çıkmış profesörlerden yanıt geliyordu gelmesine de laiklik karşıtı akım öyle bir furya haline gelmişti ki bu kesimlere neredeyse söz yetiştirmek olanaksızdı. Sosyalist solun önemli bir kesimi de bu liberal çevrelerin peşine takılarak dinci ve gericilerin ekmeğine yağ sürmeyi ihmal etmemişlerdi. Siyasalda bir profesör kitle dergisinde yazdığı bir yazı da yazısını şöyle noktalamıştı. Laiklik, evet bir burjuva görüştür fakat laiklik mi, şeriat mı seçeneği ile karşı karşıya kalındığında elbette laiklikten yanayım.
10 bin kilometre uzaktan Türkiye’de ılımlı bir İslam iktidarının taşları döşenirken Erdoğan Amerika’ya çağrılmış, sonrasında Türkiye’de kimi yabancı misyonların da bulundukları toplantılara pek çok kişi çağrılarak AKP’nin bir anlamda temeli atılmış oldu. Böylesine bir desteğe sahip olan bir çevre yavaşça Erbakan’ın dizi dibinden kalkarak “Milli Görüş” gömleğini çıkardıklarını ilan edip bir araya gelerek AKP’yi kurdular. AKP ilk seçimde iktidar koltuğuna oturdu. AKP, iktidarının ilk yıllarında epey temkinliydi. Attığı adımlar öyleydi ki birçok çevre bunların demokrat olabileceklerine inandı iman getirdi. Arkasından da bu iktidar allandı, pullandı ülkemiz insanlarının önüne kondu. AKP iktidarlarının daha ilk yıllarında işi nerelere kadar götüreceklerinin sinyallerini verdiler ama bazıları yine de “dur bakalım ne olacak” havasında oldukları için ses çıkarmayıp iktidarı desteklemeyi sürdürdüler.
Bu iktidarın yanına ABD tarafından yedeklenen Fethullahçı çete ise bu dönemde öyle bir palazlandı ki neredeyse devletin en önemli kurumlarını ya ele geçirdiler ya da bu kurumlarda söz sahibi haline geldiler.
Fetöcüler Erdoğan çevresinin aksine daha eğitimli oldukları için devlet içinde yapılanma ve iktidarı etkileme konusunda da çıkabilecekleri en üst seviyeye çıktılar. Bu dönemler Fetöcülerle Erdoğancılar arasında cicim ayı olduğu için AKP’nin her toplantısında “Hoca Efendi”ye övgüler dizildi, salya sümük ağlayanlardan geçilmez oldu. Türkiye’de ilk köklü Anayasa değişikliği 12 Eylül 2010 yılında gerçekleştirildi ve bu dönemde bir de soldan “yetmez ama evet”çiler sahneye çıktılar.
Dinci, gerici, laiklik karşıtı politikalara hız verildi. Türkiye’yi Erdoğan siyasal İslam anlayışı çerçevesinde ABD’nin güdümüne sokup kendisi de BOP’un Eş Başkanı oldu. O dönemde İhvancılardan El Kaide’sine, El Nusra’sından bilmem ne İslami terör örgütlerine kadar AKP içli dışlıydı. Türkiye bölgede bataklığın içine bu anlayışla sokuldu. Devamında Fetöcülerle güç çatışmaları gündeme geldi ve yaşadıklarımızı zaten hepimiz iyi biliyoruz.
7 Haziran 2015 tarihinde yapılan seçimlerde AKP iktidarı azınlığa düştü. Ancak hükümet kurdurulmadı ve erken seçim kararı alında Kasım Ayı’na kadar ülke kan ve gözyaşına boğuldu terör patlatıldı. Bu durumun sonucu AKP bir kez daha tek başına iktidara geldi. MHP ise saf değiştirerek Erdoğan’a yanaştı.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa halk oylamasını gerçekte yitiren iktidar son dakikada mühürsüz oyların geçerli olacağını YSK’dan karar olarak çıkardığı için Anayasa oylaması da böylece geçmiş oldu ve Erdoğan ve çevresi de istediğini almış oldu. Bugün gelinen noktada Türkiye’de dinci, gerici ve faşist bir iktidar söz konusu olduğu için dinci gericilik ülkede tavan yaptı. Tarikatlar, cemaatler, dinci vakıf ve dernekler diyebiliriz ki neredeyse ülkenin yazgısıyla oynayacak konuma geldi. Aynı iktidar dünyanın her tarafında dinci gericilerle içli dışlıydı ve Erdoğan Halife rolüne çoktan soyunmuştu bile.
Şimdi ülkemizde dincilerin iktidara geldikleri ilk yıllarla bugünü kıyaslarsak artık ilk günlerinin yerinde yeller estiğini görürüz. Bugün gelinen nokta ise Demokrasinin D’sinin bile olmadığı, yargının emirle kararlar verir hale geldiği, ülkenin keyfi kararlarla yönetildiği dinci, gerici ve faşist bir yönetim hüküm sürüyor.
AKP’nin yirmi yıllık öyküsünün kısa bir özetini yaptık ve geldiği nokta ortada. Taliban ise nedir ne değildir hepimiz biliyoruz. Bugün Taliban’ı değişmiş göstermeye çalışanların gayretinin ise bir masal olduğunu açıkça söylüyoruz. Çünkü Taliban dün terör örgütüydü, Kabil’e ayak bastığında da terör örgütüdür, yarında terör örgütü olarak kalacaktır. Bu yüzden de siyasal İslamcıların ve terör yapılarının değiştiği savı ham bir hayaldir. Bu görüşü savunanlar ise ister Müslüman olsunlar isterlerse Hıristiyan ya da başka bir inançtan sıfatları asla değişmez. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere Taliban’ı olumlayan ve Taliban’a yeşil ışık yakanların hepsi su katılmamış halk düşmanıdırlar o kadar.
Bu yüzden de bir kez daha diyoruz ki biz amasız fakatsız Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak laikliği savunuyoruz o kadar.