Yazan: Turgut Koçak 8 Şubat 2020
Çocuktuk. O zamanlar Nisan ayında her gün kırkikindi yağmurları dediğimiz yağmurlar yağardı. Nisan ayı içinde bir gün, ortalık birden kararmış, arkasından da dağın eteklerine doğru yağmur birden inivermişti. Bizim köyümüzde Ecik Musa diye biri vardı. Evleri tam bizim evin karşısında derenin öteki yanındaydı. Biz çocuklar kapının önüne çıkmış köye doğru bastırıp gelen yağmura çevirmiştik yüzümüzü.
Birden bir ses işittik. Baktık, Musa emmi elini ağzına tutmuş bulutlara doğru bağırıyor.
“O tarafa değil, bu tarafa!” diye.
Sonra sesi kesildi. Gerçekten de yağmur bulutları Musa emmiyi duymuş gibi rüzgârın önünde yön değiştirip Musa emminin işaret ettiği yöne doğru savrulmaya başladı. Ortalık daha da kararmış, sanki köyün üstüne akşam karanlığı inmişti. Gök gürlüyor, şimşek çakıyor, iri iri dolu taneleri köyün üstünü yalayarak uzaklaşıyordu. Neden sonra gök gürlemesi durdu, bulutlar gökyüzünden sıyrıldı, ikindi güneşi nazlı nazlı her yeri aydınlatmaya başladı. Biraz sonra da yukarılardan sel suları bastırıp indi bağlara doğru.
Kimileri bağlarını bahçelerini kontrol etmeye koştu, kimileri de tarlalarını.
Güneş batmak üzereydi ki Musa emminin sesini bir kez daha işittik. Musa emmi bu kez yüzünü gökyüzüne çevirmiş bağırdıkça sesini daha da gürleştiriyordu.
“Ey yüce Rabbim, sen Allahlık görevini yapamıyorsun, in aşağı da bu görevi biraz da daha hakkaniyetli olanlar yapsın!”
Biz çocuklar şaşkındık. Bir insan ilk kez Allah’a böyle sesleniyordu. Köyün insanları Musa emminin isyankârlığına tövbe tövbe çekerek karşılık verdilerse de çoğu içten içe Musa emminin isyanını onayladıklarını göstererek gülüşüp kendi aralarında şakalaştılar.
Şimdi gelelim Elazığ depreminde insanların arasında durdurulmuş bir kamyondan yardım kolilerinin depremzedelerin adeta tepelerine çalar gibi atılmasına. Daha önce yazdık, bu iktidarın her şeyde olduğu gibi deprem krizini de yönetemediğini dile getirerek eleştirilerde bulunduk. Sorularımız vardı hepsini de birer birer sorduk. Soruların yanıtları ağır olmasına ağır oldu ama sonuçların değişmediği de yaşananlar ortaya çıktıkça görülmeye ve ağırlığını hissettirmeye başladı. Depremin yıkıcı etkisiyle karşılaşanlar o günden bugüne hâlâ içi su dolan ısıtılamayan deprem çadırlarında çile doldururken dişe dokunur yapılan bir şey yoktu ama en yetkili ağızdan şu kadar konut yaptık şu kadar da yapıyoruz açıklaması geldi. Sonra efendim şehir hastanelerinin nasıl imdada yetiştiğine dair bir açıklama da işin tuzu biberi oldu. Ancak bunların hiçbiri halkın dertlerine deva olmadığı gibi muhalefetin depremle ilgili bir araştırma kurulu kurulması da AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.
Arkasından Van/Bahçesaray’da yaşanan çığ olayı geldi. Başlangıçta çığ olayında yitirdiğimiz insan sayısı üçtü. Sonra oraya kurtarma ve arama yapmak için gidenlerin üzerine ikinci ve üçüncü çığ düştü ve yaşamını yitirenlerin sayısı da 38’e çıktı. Yaralananlar ise bir hayli çoktu. Herkes, uzman olan olmayan bu konuyu konuştu. Ortaya çıkan krizin iyi yönetilmediği dile getirilirken ikinci üçüncü çığa neden olan şeyler ele alınarak konuşuldu, haberleri yapıldı. Sonuç olarak ortaya çıktı ki bu olayın da ilerlemesi baştan aşağı sakattı ve iş bilmeyenlerin büyük oranda işgüzarlığı ile yaşandı yaşananlar. Bu olay da en yetkili ağızlardan Allahtan gelen bir yazgı olarak açıklanmaya kalkışıldı ve sonrasında da halkın üzerine bir güzel çay çıkını atılarak halka keyifli çaylar içmesi söylendi.
Devamı Sabiha Gökçen Havaalanı’na inen Pegasus uçağının inerken yaptığı kaza ile geldi. Bu uçak niye kaza yaptı, kule ile uçak pilotunun arasında geçen konuşma neydi, uçak 3. Havaalanına mı yönlendirildi, kim ne istiyordu da bu felaket gelmişti sorular…sorular…sorular… Ancak hiçbir güven verici açıklama da gelmediği için her anlamda devletin bütün kurum ve kuruluşlarına güven namına bir şey kalmadı ve felaketler de arka arkaya gelmeye başladı. Öyle ki 2020 yılını şimdiden lanetli yıl olarak ilan etmeye hazırlananların bile olduğu söylenebilir.
Oysa bilim insanlarına, işinin ehli olan kimselere kulak verilmesi gerekmez miydi? Gerekirdi ancak bu iktidarın da dur durak bilmeyen bir hezeyan içinde olduğu da bir gerçekti. İktidar durmadan büyük projeler yapmak gibi bir hayal içindeydi bu yüzden de attığı her adımda yapılmaması gereken büyük hatalar vardı. Üçüncü Havaalanı onca eleştiriye karşın açılmıştı, tam olarak tamamlanamadığı için de salt iktidara propaganda malzemesi gerektiği için beklenilememiş ve açılarak hizmete sokulmuştu. Bir diğer şey ise bu havaalanını yapanların kazanç beklentisine de yanıt verilmesi gerektiği için Atatürk Havalimanı zamansız devreden çıkarıldı, Sabiha Gökçen Havaalanı ise bilinçli bir şekilde sabote edilmeye başlandı. Bu yüzden de yapılması gereken ikinci pist bir türlü yapılamadı.
Bütün bu hesaplar, kitaplar bunca ağır bedellere mal olurken şimdi de kalkılmış, çatlasanız da, patlasanız da Kanal İstanbul’u yapacağız deniliyor.
Şimdi gel de çocukluğumuzun güzel anısı Musa emminin isyanını hatırlama. Sen, sen ol da Musa emmi gibi bu iktidara dönüp;
“Eyy AKP ve saray iktidarı; görevini yapamıyorsun, in aşağı da bu görevi biraz da daha hakkaniyetli olanlar yapsın!” deme, demeyebilirsen…