GEZİ PARKI DİRENİŞİ VE MURSİ YAZGISI

Yazan: Turgut Koçak 9 Temmuz 2013

Gezi Parkı ile ilgili gösterilere karşı polisin böylesine aşırı şiddet kullanmasını iyi okumak gerekir. Göstericilerin şiddete başvurup başvurmamasını bile tartışacak değiliz. Çünkü polisin yurttaşlara nasıl şiddet kullandığını dünya alem biliyor. Önceki gün yabancı bir gazetecinin göze alınış sahnesini ibret ve nefretle izledik. Bu da gösteriyor ki, Recep Tayyip Erdoğan iktidarı ağır bir Mursi sendromuna yakalanmıştır. Bu yüzden de iktidarın tepesinde bunlar kaldığı sürece ülkemizde önünün alınması olanaksız acı olaylar yaşanacağını da söylemek için falcı olmaya gerek yoktur.

Recep Tayyip Erdoğan işi iyice çığırından çıkarmıştır. Bunca şiddeti uygulayan polisin uygulamalarını Çanakkale Zaferi’nden bile büyük göstermesi hangi aklın hangi mantığın ürünüdür? Erdoğan; eline palaları alıp polisin gözü önünde sokağa fırlayan it-kopuk takımı için esnaf tanımlaması yapmakta, onların evine ekmek götüremedikleri için böyle bir eyleme başvurduklarını söyleyebilmekte, yargı da eften püften nedenlere bağlayarak adı geçen kişileri serbest bırakabilmektedir. Sonra ne oluyor? Birisi Adana’da elinde kazma ile en büyük Müslüman’ın Recep Tayyip Erdoğan olduğunu haykırarak Mimarlar Odası’na saldırıyor, bir başkası elinde silah ortaya atılarak 6-7 el ateş edebiliyor. Daha önce de benzer kimseler ortaya çıkmış, bunların bir kısmı için polis oldukları söylenerek sahiplenilmişti. Bunlar için müfettiş görevlendirildiği söylenmiş, bu girişimlerin gözboyamaktan öte bir şey olmadığı kısa sürede anlaşılarak iktidarın yalanını sürdürdüğü bütün çıplaklığı ile görülmüştü.

Taksim Gezi Parkı gösterilerine bağlı olarak bütün yurtta polisin ağır saldırıları sonucu ölen yurttaşlarımız var. Sanki savaşa girilmiş gibi sayıları on bine tırmanan yurttaşımız olmuş, bunların içinden organ kaybına uğrayanların sayısı da epey çoktur. Ya tutuklananlar? Polis önüne geleni gözaltına almakta; sokaklar, polisin sürek avı sürdürdüğü güvensiz bir ortama dönüşmektedir. Toplum içinde saygınlığı olan demokratik kitle örgütü ve siyasi parti üye ve yöneticilerine yönelik de aynı gözaltı furyası utanmaz arlanmaz bir şekilde devam ettirilmektedir.

Bütün bu antidemokratik uygulamaları bir kenara atıp demokrasiyi sadece sandığın kerametinde gören başta iktidar olmak üzere muhalefet partileri ve kimi aydın geçinen kimseler bir yandan konuşmakta, bir yandan da kapılandıkları köşelerinden yazılar döşenmektedirler. Bunlar; madem sandıktan çıktın halka her şeyi yapabilirsin, “milli irade” sana bu hakkı veriyor sanıyorlar. Hoş o milli irade dedikleri şeyse apaçık hırsızlıktan öte bir şey değildir. Nasıl diye sorarsanız söyleyelim. %10 seçim barajı var mı var. Sizin oy verdiğiniz parti baraj altında kalırsa verdiğiniz oylara karşın kim seçilir? AKP ve barajı geçen öteki partilerin adayları. Ya sizin verdiğiniz oylar ne olur? Çöpe gider. Peki, nasıl olmaktadır da seçimlerde zaten para babalarının kasalarını açtıkları partilere bir de üstüne üstlük akıl almaz rakamlara varan devlet yardımı yapılır da seçime giren öteki partiler bu paralardan kuruş bile alamazlar? Sonra da yarışın eşit koşullarda yapıldığı söylenerek halkın gözünün içine baka baka yalan söylenir ve bir “milli irade"dir tutturulur?

AKP iktidarının sözcüleri koro halinde bir Mursi’dir tutturmuşlar, demokraside darbe olmaz deyip duruyorlar. Sanki Mursi Mısır halkının demokratik talepleri sonucunda getirilip cumhurbaşkanı koltuğuna oturtulmuş gibi. Mursi, ABD emperyalizminin yarattığı olağanüstü koşullarda Mısırı’nı tepesine oturtulmuş Amerikancı bir zattır. AKP yöneticileri bu senaryoyu demokrasi olarak görüp darbe yapılmamalıydı, Mursi sandıkla gelmiş gidecekse sandıkla gitmeliydi diyorlar. Şimdi söylüyoruz, Mursi’nin gelişini ne kadar sandıkla boyalayıp cilalasanız bile olup bitenlerde demokrasinin kırıntısını bile bulamazsınız. Nitekim Mursi işbaşına geldikten sonra Mısır’da kendi diktatoryasını uygulayan Amerikancı, işbirlikçi, gerici, Müslüman Kardeşlerin bir mensubu olmanın dışında bir özelliği de yoktur. Bu yüzdendir ki Mısır halkına kan kusturmuştur. Mursi bir başka deyişle; nasıl gelmişse öyle de gitmiştir.

Gelelim Recep Tayyip Erdoğan ve şürekâsına. AKP, Türkiye’de bir Amerikan operasyonu sonucu gelip iktidar koltuğuna çöreklenmiştir. Tam on bir yıldır halkın anasından emdiğini burnundan getirmiştir. Uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda sömürü, baskı, zulüm öyle üst noktalara çıkmıştır ki, halkın yükselen hoşnutsuzluğu bugün sokakta süren muhalefeti yaratmıştır. Bu muhalefet korkulan bir muhalefettir. Çünkü yalanla dolanla yönetilmek istemediği için sokaktadır. AKP iktidarının tarihin çöp sepetine atılmasının bir anlamda çalınan çanıdır. Bu gerçekleri Recep Tayyip Erdoğan ve yandaşları da gördükleri ve hatta sandıktan da umutların kestikleri için bunca polis şiddetine başvurmaktadırlar. Ve zaten böylesine paldır küldür yuvarlanan faşist bir iktidar için de başkaca bir seçenek yoktur. Mursi sendromu ile korkulu düşler gören iktidar sokaklarda polis şiddetini olağan hale getirmiştir. Yazgısı da tıpkı Mursi gibi olacaktır.

Bir farkla, çünkü AKP’yi iktidardan ordu değil, halk gönderecektir.