GEZ GEZ, NASIL OLSA DEVLET KESESİNDEN

Yazan: Turgut Koçak 6 Ocak 2014

Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlık koltuğuna oturduğu günden bu yana nafile gezilerini sürdüren Başbakan olarak tarihe geçti sayılır. Neredeyse dünyada ayak basmadığı ülke yok gibi. Salt bu gezilere kendisi gitse iyi. Devletin uçağına bindirdiği bir sürü iş adamı, aile yakınları, hınk deyici gazeteciler. Bütün bunlar ne işe yarıyor diye soruyorsanız söyleyelim; Bir işe yaramıyor. Eğer yarasaydı Türkiye’nin dış ticareti bu kadar açık vermezdi. Hoş vermese ne olacaktı ki sanki? Bu paraları da yiyen nasıl olsa biri ya da birileri bulunabilirdi.

Ne diyelim? “Gez gez, nasıl olsa devlet kesesinden geziyorsun” diyelim ki durum özeti de yapılmış olsun.

Öğrendik ki, Recep Tayyip Erdoğan dün gece Japonya’ya uçtu. Dönünce de şu Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları için kollarını sıvayacak ve bugüne kadar yılları götürülmüş insanlara diyecek ki, “size bu kumpası ben kurmadım cemaat kurdu.” Arkasından atılacak adımları hep birlikte görecek ve tartışacağız.

Ancak konumuzu sürdürmeden önce bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’a yönelik kumpası hep eleştirdik ve elimizden geldiğince de yanında olmaya çalıştık. Bir konu var ki dile getirmeden geçilemez. Biliyorsunuz sözünü ettiğimiz davalarda içerde olan tüm tutuklular konuyu kamuoyunun dikkatine sunmak için bir metin imzalamışlar bu metne sadece ve sadece Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay imza atmayarak diğer tutuklulardan farklı düşündüklerini göstermişlerdi. Önce Haberal bırakıldı, arkasından da Balbay. Balbay bırakıldıktan sonra bazı demeçler verdi ve bu demeçlerin hiç kuşku yok ki insani yanları yok değildi. Ancak bazı demeçleri ise bize göre manidardı. Balbay, milletvekiliydi ve herkesi kucaklayabilirdi. Bunda bir sakınca yoktu yok olmasına ya onun bu yaklaşımı doğrudan birilerine bir mesajdı aslında. Öyle olduğunu caminin içine girmekten de söz ederek belirginleştirmiş oldu. Neyse görüleceği üzere en küçük bir çıkar için bile aynı gemide olanlar kolaylıkla birbirlerini terkedebiliyorlar.

Şimdi gelelim Başbakan’ın Japonya gezisine. Başbakan’ın bu gezisi de nafile gezilerden biri aslında. Bu gezinin boşa gitmemesi için Başbakan’a bir önerimiz var. Japonya’da bir vali olağan yollardan 9 yüz bine yaklaşan bir kredi alır. Valinin aldığı krediye basında yer verilir. Bunun üzerine vali harakiri yapmaz ama görevinden zaman geçirmeksizin istifa edip ayrılır. Oysa bizim ülkemizde böyle bir olaydan dolayı herhangi bir yöneticinin görevini bırakması düşünülemez bile. Aksine; yeri daha da bir sağlamlaşır. Böyle bir konuyu gündeme getirip kamuoyunun bilgisine sunanlarsa sürüm sürüm süründürülür.

Başbakan’a önerimiz şudur: Başbakan Japonya’ya gitmişken bu vali ile görüşmeli ve kendi durumunu izah ettikten sonra valinin niçin istifa ettiğini sormali ki, kendisi ile Japon valinin arasındaki farkı anlayabilsin. Bir düşünelim. Milyarlarca yolsuzluktan söz ediliyor, bu yolsuzluk olayları mahkemelere yansımış. Bakanlar koltuklarını bırakmak zorunda kalmışlar. Gelecek başka yolsuzluk dosyalarında doğrudan Başbakan’ın en yakınlarının adı geçiyor, Başbakan istifa edip atılı suçlamalardan temize çıkacağı yerde tam tersine davranarak yargının operasyonlarını durdurmakla kalmıyor, operasyonda adı geçen bütün güvenlik görevlilerini görevden alarak sürüyor, savcılara ise demediğini bırakmadığı gibi işlerini de yapamaz hale getiriyor. İşte bu nedenle Sayın Başbakan Japonya ile alışveriş işlerini bırakmalı istifa eden vali ile görüşerek biraz yol yordam öğrenmelidir.

Sanki Türkiye’de değil de Patagonya’da yaşıyoruz. Gazeteciliği kendisinden menkul Fehmi Koru’yu bilmiyor değiliz. Adamın son yangınlara yüreği dayanmıyor. Yolu doğruca Pensilvanya’da yaşayan Hoca Efendi’nin yanına çıkıyor, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bir mektup getirerek Türkiye kamuoyunu meşgul eden bir gazetecilik örneğine imza atıyor. Yok, Hoca Efendi uzlaşma arıyormuş da, ıslak imzalı bir mektup yollayıp Başbakan’la arayı düzeltmek istiyormuş da, şuda, buda. Şimdi taraflar bu mektubu tartışıyorlar. Bu mektup tartışılıyor tartışılmasına ya, kimsenin aklına demokratik bir ülkede, demokratik bir ülkenin cumhurbaşkanına böyle bir mektubun yazılması olağan mı tartışmıyor.

Özetle işin çivisi çıkmış. Devletin en üst kademelerindeki kişiler nerelere bağlı olduklarını ve nerelerden güç aldıklarını bu halleriyle bir güzel göstermiş oluyorlar.

Hani üst makamlara seçilenler gücünü milletten alırdı?

Ne oldu?

Yoksa şimdi milletin yerini cemaatler mi aldı?

Bugün suç odağına dönüşmüş bir iktidardan söz ediyoruz.

Yasa kimin neyine?

Millet kimin neyine?