GERÇEKLER KAPATILAMAZ

Yazan: Turgut Koçak 22 Temmuz 2015

Değerli dostum, kardeşim, devrimci mücadele arkadaşım iki fotoğrafla ilgili şunları yazmış. “Kim bu yiğitler? Bu tiyatronun yönetmenleri kimler?” İkinci fotoğraf Suruç’ta yaşamlarını yitirenlerin fotoğrafı ve Ömer Gürcan’ın fotoğraf altındaki yazısı da şöyle; “Suçluyuz. Sizlere sahip çıkamadık. Kaos ortamının sizi yutmasına engel olamadık. Sizlerin güle oynaya ölüme gönderilmenize seyirci kaldık.”

DEVRİMCİ HALK PARTİSİ

Birinci fotoğrafta bir gösteri yürüyüşü fotoğrafı var. Yürüyüş kolundaki bazı gençlerin yüzleri kapalı. Bazılarının da ellerinde silah var. Ömer Gürcan, “Kim bu yiğitler” diye sormuş ve bu gösteriyi de bir tiyatro oyununa benzetmiş. Bir anlamda işin ciddiyetini kaçırmış olanların devrimciliği tiyatro gibi anladıklarını ve oyun oynadıklarını belirtmiş. Bu fotoğraf üzerinde durmaya gerek yok. Çünkü bu fotoğrafta kimin kim olduğu belli değil. Yani sizin anlayacağınız bir canlı bomba olması, hatta polis bile olması olası. Ama oradakilerde genel geçer kanı devrimcilerin böyle yüzünü saklaması gerektiği doğrultusunda olduğu için eleştirilmesi bile zor. Silahlı göstericiye gelince sanırsınız ki oradakilerin silah eşliğinde güvenliğini sağlıyor. Oysa en büyük tehlike bize göre o silahlı kişi. O kişiyi isterse polis izleyebilir ve kim olduğunu da en ince noktasına kadar tespit edebilir. Öyleyse bu görüntü niyedir? Bu görüntünün Ömer Gürcan tarafından tiyatro olarak nitelenmesi ve “kim bu yiğitler” diye sorması acaba haksızlık mıdır? Bence değil, Ömer Gürcan’ın sorduğu soruyu ve nitelemesini bana göre bu tür gösterilere damgasını vuran örgüt ve yapılarda kendilerine sormalıdır. Sormalıdır ki, ortaya çıkabilecek provokatif olaylara ortam hazırlanmasın.

İkinci fotoğrafta Suruç’ta canlı bombanın eylemi sonucu yaşamlarını yitirenler var. Ömer Gürcan kimseyi suçlamadan demiş ki, “Suçluyuz. Sizlere sahip çıkamadık. Kaos ortamının sizi yutmasına engel olamadık. Sizlerin güle oynaya ölüme gönderilmenize seyirci kaldık.”

Gerçekten de yaşamını yitiren gençlere devrimci yapılar tarafından, en önemlisi de bizzat kendi örgütleri tarafından yeterince sahip çıkılsaydı acaba böyle bir güvenlik zafına düşülür müydü? Ya da örgütler yaptıkları işin yeterince önemini kavramış olsalardı bir savaş bölgesine tıpkı tiyatro sahnesinde oyun sergiler gibi gider ve de canlarından olurlar mıydı? Aslına bakarsanız bu soruları bir örgütün kendisine sorması da yüreklilik isteyen bir şeydir. İnsanın dili varmıyor söylemeye ama sonuçta Kobane denilen yerde kıran kırana bir savaş söz konusudur. İstanbul’dan başlayan gidiş güzergahı boyunca devletin polisi, istihbarati örgütleri normal düşünüldüğünde oraya gidenlerin kim olduklarına dair en ince noktalarına kadar bilgi sahibi olmaması düşünülemez. Öyle bir durum söz konusudur ki, bütün kurum ve kuruluşlarıyla çökmüş bir devlet yapısı ancak bu bilgileri edinemez ve de denetleyemez. Yani sizin anlayacağınız Suruç’ta basın açıklaması yapıp Kobane’ye gideceklerin kimler olduğunun bilinmemesi düşünülemez.

Yaşanan bu kanlı katliamla birlikte olayın sıcağı sıcağına değerlendirilmesi çeşitli etkenler yüzünden yapılamayabilir ve hatta bizim bu söylediklerimize devrimcilik adına çok da kızanlar bile olabilir ancak gerçekleri değiştirmenin asla olanağı yoktur. Ya da şöyle diyelim, gerçeklerin üstü kapatılamaz.

Ülkemizde pek çok kent karanlık güçlerin eylem alanına döndürülmüştür. Bugün Suriye’de kanlı katliamlara girişen terör örgütlerinin hemen hepsinin de Türkiye’nin her yerinde uzantıları vardır. Bu yüzden de kim ne iş yapıyorsa işin ciddiyetini kavramak durumundadır. Öyle ki, adlarını sanlarını bildiğimiz birçok kimse kobane’ye gider, Kobane’den döner, savaşır, yardım toplar ve de bu işi öyle bir rahatlık içinde yapar ki, sanırsınız Birleşmiş Milletler barış görevlisidir de kendisine dokunulmama olasalığının fazla olmasından dolayı bir rahatlık içindedir. Bayraklar açılır, resimler çektirilir, protestolar yapılır, kaçılır, kovalanılır ama sonra herkes eğer sağ salim dönmüşse döner günlük işinin başına ve günlük yaşamına devam eder. Üstelik bütün bu yapılanlar boy boy resimlenilerek bu tür eylemlere taraf olan örgütlerin yayın organlarında da bir güzel yayınlanır, altına da destanlar döşenir.

Önceki gün bir televizyon şov programı olarak Avustralya’dan yarışmacıları bölgeye getirmiş, televizyon reyting alacak ya, IŞİD’ın burnunun dibinde kaçarak, sinerek oraya buraya koşuşturuyorlar. Bunların rehberi de Peşmergelermiş. Artık iş öyle noktaya getirilmiştir ki, bu televizyon programındaki oyuna indirgenmiştir neredeyse. İş böyle olunca da Ömer Gürcan’ın, “Suçluyuz. Sizlere sahip çıkamadık. Kaos ortamının sizi yutmasına engel olamadık. Sizlerin güle oynaya ölüme gönderilmenize seyirci kaldık.” diyerek anlatmak istediğinin anlaşılmasını isteriz ama nerede bunları anlayacak kafa.

İşte bu yüzden diyoruz ki, ya devrimci gibi düşünüp davranacağız ya da bedeli ağır olan sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmaz olacak. Hani bir söz vardır, kağnının tekeri kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur diye. Bir kez daha gördük ki, yol göstericiler kendilerini Suruç’a attı. Ama niçin? Sadece Avustralya’da bir televizyon şirketinin şovunun benzeri bir şov için.

TSİP olarak üzgünüz, ESP ve SGDF’lilere başsağlığı diliyor, kanlı katilleri de bin kez şiddet ve nefretle kınıyoruz.

Şu ya da bu şekilde bu terör örgütlerine fırsat sağlayanları yani arkasındakileri de asla unutmuyoruz.