Yazan: Turgut Koçak 18 Haziran 2022
İspanyol şair ve oyun yazarı Garcia Lorca 19 Ağustos 1936’da İspanyol İç Savaşı esnasında General Franco yandaşlarınca kurşuna dizilerek öldürüldü. Lorca, idam mangasının silahları kendisine doğrulduğunda yüksek bir inançla kendi şiirini okuyordu. Bacakları titremiş miydi, yürek atışları ne kadar hızlanmıştı bunun hiç mi hiçbir önemi yoktu. İşte bu sahne var ya bu sahne iç savaşı Kazanan Franco da olsa Garcia Lorca’ya yenilmişti aslında. Çünkü böylesine yüksek bir moral ve kararlılık karşısında korkudan aldıkları her nefeste faşistlerin dizlerinin bağının çözülmediğini kimse söyleyemez. Sonuçta bugün tarihe Lorca’nın adı altın harflerle geçmiş ve gelecek kuşaklara örnek olmuşsa Franco’da bir o kadar lağım çukuruna batmış kişidir…
Alman saldırısı Stalingrat kentinde taş taş üstünde bırakmamıştı. Kent yıkıntı halindeydi. Partizanlar her şeyi göze alarak burayı savunmaya karar vermişler. Almanlarla her yıkıntı arasında, saklanılacak her duvar dibinde kan dondurucu bir yüreklilikle Almanlara karşı dövüşmüşler ve Almanları çaresiz bırakmışlardı…
Adam herkesi yeneceğine öyle inançlıydı ki Almanları da kendi inandıklarına inandırdı. Sonuçta bu inançla harekete geçti ve Avrupa devletlerinin hemen tamamına boyun eğdirdi. Yüzünü Doğuya çevirdiğinde Sovyetlere diz çöktürüp Moskova’ya gireceğinden çok ama çok emindi. Onun yenilmez sanılan Alman askerlerini Kızıl Ordu ülke topraklarını karış karış savunarak durdurdu. Kış da Sovyetlerin yararına sonuçlar verince savaşın yazgısı tersine döndü. O güne kadar doğru dürüst Avrupa’da Hitler faşizmine karşı savaşmayan Amerikan askerleri Sovyetlerin başarısını ne zaman gördüler harekete geçip Sovyetlerin Avrupa içlerinde daha fazla ilerlememesi için harekete geçtiler. Ancak Kızıl Ordu öyle hızlı idi öyle hızlıydı ki o hızla Alman topraklarına giriverdiler. Artık Hitler için bir gelecek yoktu o da kafasına kurşun sıkarak intihar etti. Ancak Kızıl Ordu’nun sade bir neferinin bile Alman kentlerinde şanlı isimleri kaldı. Hitlerin bakanlarından geriye ise arka arkaya sayacağımız üç isim bile yok. Ama Göbels’i anımsıyoruz mesela. Ya peki, Sovyet Bayrağını Berlin’deki Reichstag binasına diken Meliton Yegorov ve Mihail Kantaria’yı unutabilirmiyiz?
Sonra sonra yine İkinci Paylaşım Savaşı sırasında esir değişimi için kendi oğluyla esir Alman generalini değiştirmeyi teklif eden Almanlara karşı Stalin’in şu ünlü sözüne ne demeli? İHANET KAPISI BİR AÇILIRSA BİR DAHA KAPANMAZ…
Sonuçta Paris sokaklarında barikatlarda savaşan Komüncüleri anımsıyor musunuz? Gözlerini kırpmadan bir avuç insanın 72 gün için bile olsa iktidarı ele geçirmelerine sebep sizce hangi ruh halidir? Onlar da korkuya teslim olsalardı eğer Fransız Ordusunun çaresiz kalıp yenilgiye uğraması ve Fransız burjuvazisinin Marsilya’ya kaçıp orada yuvalanmaya kalkmaları yaşanır mıydı? Yenilgi günü gelip çattığında yüz bine yakın Paris Komünü için kurşuna dizilen ya da kılıçtan geçirilen inanmış komüncüler olmasaydı tarihte Paris Komünü’nden söz edilir miydi?
1917 Büyük Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren yiğit komünistlere ne demeli? Kolçakları, Vrangelleri Yenilgiye uğratırken gözünü kırpmadan ölüme giden komünist savaşçıları ve onların an an zafere yürüyüşlerini nasıl unutabiliriz.
Gelelim Küba’nın yiğit devrimcilerine. Küba’ya çıktıklarında gül ile karşılanmadılar herhalde. Batista’nın silahlı çeteleriyle savaşa tutuşan kaç yiğit insan hayatta kaldı biliyor musunuz? Bir düzine insandı hepsi hepsi o kadar. Onlar da Siera Mestra dağlarına çekilip hemen arkasından da şeker kamışı tarlalarında çalışan ve iliğine kadar sömürülen işçileri ve köylüleri nasıl büyük bir gayretle saflara kazanıp örgütlediler ve de Küba’da üstünlük kazanıp Batista’ye bertaraf ettiler arşiv kayıtlarımızda yok mu?
Ya Vietnam’ın şanlı komünistlerine ne diyeceğiz? Onlar değil mi Kuzey Vietnam’dan başlayıp Amerikan askerlerini ve işbirlikçi rejim yanlılarını ülkeden temizleyenler? Bizim Ho Şi Min amcamızın yapıp ettikleri belleğimizden mi silindi? Yarı delirmiş olarak Vietnam’ı terk eden Amerikan askerlerinin öykülerini az mı okuduk az mı yaptıkları dandik filmleri izledik?
Sonuç: Ortada kendilerini komünist ilerici, devrimci, demokrat olarak tanımlayanlarda bugün özveri, kararlılık, bilinç ve yeterli örgütlülük olsaydı birileri bizim ensemizde boza pişirmeye cesaret edebilir miydi? Ya da bizlerde yüksek düzeyde bir inanç olsaydı kim bizi yıkıp dağıtabilirdi? Mayada bir sorun olmasaydı hamur işlevini yerine getirmek yerine ekşir miydi?
Kendimizi sınama ve ne olup olmadığımızı ölçme yürekliliğimiz olsaydı bu kadar örgütsüz ve dağınık olabilir miydik? Ya da tam da küçük burjuvaların harcı olan kendini beğenmişlik ve korkaklık olmasaydı bu kadar kolay mı alt edilip meydanı en gerici ve faşist çetelere bırakırdık. Demek ki bir eksiğimiz var ki bu denli etkisiziz.
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi iğneyi başkalarına çuvaldızı da kendisine batırarak yol almaya karar verdi.
Dostlara kucak açıyoruz fakat bize düşmanlık besleyenleri de ne unutacağız ne de onlara meydanı bırakacağız bu da böyle biline…