Yazan: Turgut Koçak 17 Haziran 2015
Yaşanan bazı olayları hafife alabilir,“adam canım sende ne olacak” deyip geçebilirsiniz. Geçmişte bu konuda yanılgıya düşenler çok yanıldılar, bundan sonraki adamsendeciler de yanılgının daha büyüğüne düşmüş olacaklar.
Ankara Yenişehir Sağlık Koleji öğrencisiydim. Daha okula geldiğimin ilk günlerinde ‘Genç Sağlıkçılar’ isimli bir gazete çıkarmaya başladık. Gazeteyi Sağlık Bakanlığı ve hastaneler çevresinde geniş bir şekilde dağıtıyoruz. Gazeteye hem yazı yazıyor hem de röportajlar yapıyorum. Sosyalist görüşlere sahibim ve görüşlerimi de sakınmadan gazetede yazabiliyorum. Bu yüzden de bütün yıldırımlar üstümde. İki de bir de idareye çağrılıp okuldan atılmakla tehdit edilsem, zaman zaman ceza alsam da çalışmalarımı devam ettiriyorum. Bu arada da özellikle gecekondu mahallelerini tek tek gezerek bir yanda Ankara’da yaşanan yoksulluğa dikkati çekerken bir yandan da bu yoksul mahallelerin sağlık hizmetlerinden nasıl yoksun olduklarına değinen etkili yazılar yazıyorum. Okul idaresi okuldan atılmam için durumu Sağlık Bakanlığı’na kadar yansıtmış. Benim aldırdığım yok. Öğrenci olmama karşın Altındağ Hıdırlıktepe Muhtarı ile görüşüyor, Sağlık Müdürlüğü ile kurduğum ilişkiler sonrasında da bu mahalleye bir Sağlık Ocağı açılmasını başarıyorum. İşte tam da o sıralarda Sağlık Bakanı olan Dr. Vedat Ali Özkan beni bakanlığa çağırttırıyor. Merak içindeyim ve bu kez okuldan kesinlikle atılacağımdan eminim. Eh geldiğim noktada okulu bitireceğimden de iyice umudumu kesmiş bulunuyorum. Sağlık Bakanlığı ile bizim okulun arası çok yakın. Okulumuz hemen Kurtuluş Parkı’nın bitişiği. Ne olacaksa olsun deyip çıkıp gidiyorum.
Sağlık Bakanı’nın bulunduğu kata çıkıyorum, beni biraz bekletiyorlar. Bu sırada hazırolda birkaç kişi ellerinde evraklar girip çıkıyorlar. Kapıda duran görevli bana diyor ki,“tamam girebilirsin.” Kapıyı tıklatıp giriyorum. Dr. Vedat Ali Özkan’ı daha önce hiç görmedim. Girdiğimde ayaktaydı. Oturmuyor, elimi sıkıp oturmamı söylüyor. Elinde bir zarf açacağı, zarf açacağı ile oynayıp duruyor. Zarf açacağını korunma silahı olarak elinde tuttuğunu düşünüyorum. Ne bileyim belki de kendisine saldırabileceğimi düşünüyordur.
Benden okulun durumunu soruyor. Derslerimin nasıl olduğunu, öğretmenlerimle iyi geçinip geçinmediğimi, okulda yemeklerin iyi çıkıp çıkmadığına kadar sorduktan sonra; “okulda çok dikbaşlıymışsın, ne okul müdürünü dinliyormuşsun ne de öğretmenleri, sınıflarda durmadan komünizm propagandası yapıyormuşsun, seni okuldan atmalarından korkmuyor musun” diye soruyor.
Soruları abartısız yanıtlıyorum. Ne beni suçlayan müdür ne de öğretmenler hakkında olumsuz bir şey söylemiyorum. Çıkardığımız gazeteden orada yazdığım yazılardan bir de doğru bulmadığım konuları dillendirdiğim için benden rahatsız olunduğunu söylüyorum.
Susup bekliyor. Anlıyorum ki, anlattıklarımı bir bir kafasının içinde tartışıp bir yargıya varmak istiyor. Çünkü suskunluk epey uzun sürüyor. Birden çekmeceden ‘Genç Sağlıkçılar’ gazetesini çıkarıp masasının üzerine yayıyor. Bana diyor ki, “bu Turgut Akın kim?” bende, “öğretmenimiz, sosyoloji dersine geliyor, gazeteyi birlikte çıkarıyoruz ve avukat olduğu için sorumluluğunu üstlendi” diyorum. Bu konu ile ilgili başka bir şey sormuyor. Gazeteyi incelemeyi sürdürüyor, üstünde bir rahatlık var, gergin değil. Bu durumu olumlu olarak değerlendiriyorum.
Gülümsüyor, “peki” diyor, “bu Hıdırlık Tepesi röportajını sen mi yaptın?
“Evet” diyorum.
“Sadece Röportaj yapmamışsın ki, oraya bir de Sağlık Ocağı kurulmasını sağlamışsın, nasıl başardın, bizim bu yönde görevlilerimiz var onlar başaramıyor da senin özelliğin ne” diyor bana.
Girişimlerimi olduğu gibi anlatıyorum. Yine suskun. Ama gerçekten de çok rahat. Kendi kendime bir ipimi çekeceğini düşünüyor,bir olay bitmiştir bir şey yapmayacak diye geçiriyorum aklımdan.
“Tamam” diyor, “çıkabilirsin. Komünistsin, bizi de devirmek istiyorsun ama iyi şeyler yapıyorsun, anlaşılıyor ki halk çocuğusun, git okula, derslerine çalış, stajını aksatma, başarabilirsen daha yükseğini oku.”
Çıkıyorum. Okula geliyorum, herkes merak içinde. Müdür Muavini Hasan Erşanlı beni çağırıyor, Sağlık Bakanı’nın bana ne sorduğunu soruyor. Doğru dürüst bir şey söylemiyorum. Yanından çıkarken; “şikayet edilmişim de” diyorum sadece…
Bizim okula o zaman Başbakan olan Süleyman Demirel de geldi. O bildik köy çocuğu havasında konuşma yaptı. Yuhalayacağım ama doğrusu göze alamadım. Protesto anlamında ortalıkta dolaşıp durdum. Yine “Genç Sağlıkçılar” gazetesi çıkaranı olarak tabi. Ama yuh çekmedim, çekemezdim de çünkü idare birçok öğretmeni görevlendirmiş, öğretmenler de beni kıskaç altına almışlardı.
İşte o Süleyman Demirel, Isparta / İslamköy’lü Demirel dün gece yaşamını yitirdi. Eğrisi ile doğrusu ile sola ve sosyalistlere pek çok bedel ödetti. Ancak ben yine de o dönemin insanlarını hep idalist insanlar olarak gördüm. Bizim gibi değillerdi. Doğal olarak bu ülkenin insanlarını ve ülkeyi de bizim gibi sevmiyorlardı ama Süleyman Demirel ve onunla çalışanların büyük bir bölümünde bugünkü yöneticilerde asla olmayan özellikler vardı. O özellikler yüzünden okuldan atılmamış, o özellikler yüzünden düşman gibi görülsek de, Faruk Sükan gibiler bizim nefes alıp verişimizi dinliyor olsalar da 13 yıllık AKP yönetimini tanıdıktan sonra onların asla bunlara benzemediğini sayısız kez gördüm yaşadım.
Süleyman Demirel renkli bir kişilikti. Hakkında ne karikatürler çizildi, ne yazılar yazıldı. Eleştirilerin en ağırı yapıldı. O zamanlarda da ilericiler, devrimciler, sosyalistler ağır bedeller ödediler ama bunlar yani AKP’liler onlara taş çıkarttı taş.
Üzüldüm mü Demirel yaşamını yitirdi diye?
Hayır.