Yazan: Turgut Koçak 1 Ekim 2015
Şimdi kalkıp desek ki, Ahmet Hakan’a yapılan saldırının bir numaralı sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarıdır, bu suçlamayı ne kendisi kabul edecektir ne de AKP. Oysa çok değil daha iki gün önce Recep Tayyip Erdoğan’ın yalaka ve yalama muhtarlarla yaptığı toplantıda söylediği sözlere bakmak yeter de artar bile. Onu tehdit edeceksin, bunu tehdit edecek haddini bildireceksin sonra da hedef gösterilen insanlar saldırıya mı uğradı sütten çıkmış ak kaşık havalarında kendi üstüne toz bile kondurmayacaksın.
Ya Ahmet Davutoğlu’nun Hürriyet gazetesi baskını sonrasında söylediği sözlere ne diyeceğiz? Ona göre bir grup genç kendi aralarında şaka mahiyetinde konuşmuşlarmış da, bu tür şeylere önem bile verilmemeliymiş.
Bildiğimiz kadarıyla Ahmet Hakan AKP çevrelerince hem de isim verilerek tehdit ediliyordu. Üstelik Ahmet Hakan hedef gösteren kişileri bile kendi programında kaç kez deşifre etti. Bizler biliyorduk ki, AKP’liler Ahmet Hakan’ı evinin önünde sopalamaktan bile söz etmekten çekinmemişlerdi. Nitekim öyle de oldu. Ahmet Hakan gece CNN’deki programından çıktıktan sonra kendilerini bir araçla takip eden 4 kişilik saldırgan grup tarafından korumasıyla birlikte saldırıya uğradı. Ahmet Hakan ve koruması hastanelik oldular ve yapılan sağlık müdahalelerinden öğreniyoruz ki, Ahmet Hakan’ın burnunda ve kaburgalarında kırıklar meydana gelmiş. Saldırganlarsa yakalanmışlar.
Saldırganların işledikleri bu suç basit bir saldırganlık olarak görülmemeli ve olayın arka perdesi ıcığına cıcığına araştırılmalıdır ki, bu işin arkasındaki gerçek failler kimlermiş kamuoyu öğrenmeli. Yoksa gözaltına alınmış olan birkaç kabadayının hiç ama hiçbir hükmü de yoktur değeri de.
Bu olay poliste salt bir adli vaka olarak ele alınmamalı, bu saldırıyı gerçekleştirenlerin gerçek amaçları su yüzüne çıkarılmalıdır. Çünkü bu olay da gösteriyor ki, AKP bugüne kadar çeşitli baskı yöntemleriyle sürdürdüğü iktidarını ağırlıklı olarak şiddet kullanarak sürdürmek isteyecektir. Meşruiyetini yitirmiş ve zorba yöntemleri deneyerek iktidarda kalmak isteyen bir zihniyetten söz ediyoruz. Bu zihniyetin adını doğru koymak ve bu zihniyete karşı da geniş katılımlı bir mücadele yürütmek zorunlu hale gelmiştir.
Adına AKP faşizmi denilen bu zorba iktidarın başka türlü sürdürülmesi olanaksız hale geldiği için örneğin dini bir devlet anlayışının egemen olmasının demokratik yollarla uygulanmasının olasılığı olmadığından başvurulacak yol haliyle faşizm olacaktır. Zaten AKP iktidarı da önce basından işe başlayarak her türlü baskı yöntemlerini sonuna kadar kullanmış çok az sayıda basın kuruluşu dışında hemen birçok basın çevresini teslim almıştır. Gazete ve televizyonlar el değiştirmiş, onlarca gazetesi bir emirle işlerinden olmuşlar, haklarında sayısız kovuşturmalar başlatılmıştır. Yukarıda saydığımız örnekleri çoğaltabiliriz.
Ancak uzatmaya gerek yok. Bugün ülkemizde AKP’ye ve Recep Tayyip Erdoğan’a muhalif kim varsa en sade yurttaşlara kadar hemen herkes tehlike altındadır. Çocuklarını yitiren asker ve polis ailelerinden hükümete karşı tepki gösterilenlere karşı başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere nelerin söylendiğini hepimiz biliyoruz. Örgütlenmiş, maaşlı bir de Aktrollerden söz edilmektedir. Bu küfür korosu şehit anne ve babalarına nasıl hakaretler yağdırıyor hepimiz biliyoruz.
İşi bu kerteye getirmiş olan bir iktidardan söz ediyorsak hepimiz oturup düşünmek zorundayız. Zaten halkın oyuyla işbaşında olan bir AKP iktidarından söz etmiyoruz. Halkımız AKP’yi çoktan iktidardan düşürmüş olmasına karşın, AKP şu anda tek başına hem de Öz AKP’lilerin bakanlık koltuğunda oturduğu iktidarını devam ettirmektedir. 1 Kasım 2015 günü yapılacak seçimlerle ilgili ise bu iktidar nasıl daha çok milletvekili kazanırım hesabının peşindedir, üstelikte bu yönde attığı adımları hepimiz bütün çıplaklığı ile görmekteyiz.
Daha önce de pek çok kez yazdık. Türkiye tam da burjuva demokrasisi mi yoksa faşizm mi seçeneği ile karşı karşıyadır. Sosyalistler böyle anlarda hiç kuşkusuz sosyalizm amaçlarından asla vazgeçmeksizin elbette demokrasi derler. Yani sınıf mücadelesi bazılarının sandığı gibi ya herro ya merro anlayışı değildir.
Bu yüzden de Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak seçimlerde Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda en önde olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) desteklenmesi kararını aldık. Bazıları gibi sosyalistliğimize helal gelir diye sınıf mücadelesine ve toplumsal gelişime hiçbir yararı olmayacak keskin sözleri gereksiz görüyoruz. Yaşananlar bizlere bağıra bağıra neyin nasıl gelişme göstereceğine işaret ediyor. Atı alanın Üsküdar’ı geçtiği bir faşist diktatörlük geldiğinde yarın gerçekten de geç olabilir.
Bu gerçekler ışığında 1 Kasım seçimlerinde CHP, ya tek başına iktidara gelmeli ya da birinci parti olması için CHP’ye ilericiler, devrimciler, sosyalistler oy vermelidirler. Oy vermelidirler ki, faşizm ve diktatörlük hevesleriyle yanıp tutuşanların hevesleri kursaklarında kalsın, gerici ve halk düşmanları yenilgiye uğratılabilsin. Yoksa sosyalistler için her türlü burjuva siyasetinden öğretisel ve örgütsel olarak bağımsız davranmak gerektiği tezi, salt seçimlerde anımsanan bir kıymet değildir.
Daha da önemlisi sınıf mücadelesi yerine göre demiri tersine bükmek olduğu gibi yerine göre de somut duruma göre gerekli mevzilenmeyi yapmaktır.
Tıpkı bugünkü 1 Kasım seçimlerinde CHP’nin desteklenmesinin doğruluğu gibi.