FIRILDAKLIK

Yazan: Turgut Koçak 27 Temmuz 2015

Ne çok tantana dinledik. “Çözüm süreci” başlatılmıştı. Artık Kürt sorunu çözülecek bizlerde oh çekip rahat edecektik. Ne asker ne polis cenazesi gelecek ne de Kürt gençleri öldürülecekti. Recep Tayyip Erdoğan’ın “akil” olarak belirlediği özverili uç uç beyleri yollara çıkmışlar Anadolu’yu karış karış turlamaya başlamışlar. Kimi yerlerde tepkilerle karşılaşıp kimi yerlerde de kurtarıcı gibi karşılansalar da kendilerine verilen görevi hakkıyla yerine getirip yüce muktedirin karşısına geçip tekmil verip sırtlarının sıvazlanmasını beklerlerken sonuç hiç de öyle olmadıysa da ne gam. Onlar kendilerine verilen yüce görevi hakkıyla yerine getirmişler, anaların gözyaşlarının durmasında küçücük bir katkıları bile olmuşsa az şey mi yapmış sayılacaklardı?

Bütün bu özverilere karşın, kalkıp kadir bilmez bir tutum göstererek bu “akilleri” eleştirdikçe eleştirip yerden yere vurduk. Kadir İnanır bize küstü, Orhan Gencebay yeniden arabesklerine sarılıp bir uy çekti ki, kendisini dinleyenlerin içini sızlattı. Diğer “akiller” bize bilmiş bilmiş bakıp “ne yani anaların ağlamasını mı istiyorsunuz, yoksa siz kan dökülmesinden yana mısınız” dediler. Bizler ikna olur muyuz hiç, onlara yönelik eleştiri dozumuzu daha da arttırdık.

Bunların ne AKP yalakalıklarını ne Recep Tayyip Erdoğan’a uşaklık ettiklerini bıraktık. Sonuçta bu “akil insanlar” tantanası bir işe yaramadan bittiyse de “çözüm süreci gelişerek ve güçlenerek devam etti. HDP milletvekilleri bir İmralı’ya bir Kandil’e giderek mekik dokudular. Seçimlerde iyice yaklaştığı için süreç biraz daha tımar edilip HDP milletvekilleriyle ortak bir açıklama yapıldı. Bu açıklamanın hemen arkasından Recep Tayyip Erdoğan bir açıklama yaparak buradaki konuşmalardan habersiz olduğunu söyleyip çıktı. Seçim sırasında sahaya inip bu mutabakatı eleştirdikçe eleştirdi. Çünkü o da biliyordu ki, AKP’nin Kürt oyları sürekli olarak düşüyordu. Aynı düşüş batıda da yaşanırsa işler sarpa sarabilirdi. Bu yüzden de bilinçli bir şekilde davranılıp durum idare edilmeye çalışıldı.

Gerçekten de AKP’nin Kürtler’den aldığı oylar yarı yarıya düşmüş, batıda da bir ölçüde de olsa azalmıştı. 7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda AKP tek başına iktidar olamadı. Ancak Recep Tayyip Erdoğan bu sonucu içine sindiremediği için daha ilk günden koalisyonun işe yaramazlığından dem vurup erken seçimlere gidileceğini söyleyerek AKP ve kaumuoyu üzerinde bir baskı yaratmaya çalıştı. Hükümet kurulması çalışmalarını bilinçli olarak ağırdan aldı. Bir yandan da seçimlerin yenilenmesi ile birlikte AKP’nin oylarının nasıl arttırılması gerektiğinin hesabı içindeydi. MHP daha seçim sonuçları ilan edilir edilmez uzlaşmaz bir görünüm sergileyerek hata üstüne hata yapmış, kamuoyunda MHP’nin desteği önemli ölçüde düşüşe geçmişti. Fırsat bu fırsattı. Seçim yenilenirse MHP’nin oyları da çantada keklik sayılırdı.

AKP oylarının üstüne %3 bile bir artış sağlarsa tek başına yeniden iktidar demekti. Ancak bugüne kadar yürütülen politikalar artık tekrarlanamazdı. Bu yüzden de batıda milliyetçi oyların AKP’ye dönüşünü sağlamak belirgin bir milliyetçilikten geçebilirdi. Bütün kurgular bu doğrultuda kuruldu ve geldik bugüne. Bir yandan da hükümet kurulması çalışmaları yürütülüyordu ki, AKP kamuoyunun gözünde hükümet kurmaktan kaçan bir parti görünümüne düşmemek için koalisyon çalışmaları yürütmesi devam ettirildi. Sonuçta koalisyon bir bahane ile kurulmaz ve seçimlerin yenilenmesi yoluna gidilebilirdi. Süreç göründüğü kadarıyla üç aşağı beş yukarı bu şekilde yürümekteydi. Üstelik AKP iktidar olmamasına karşın iş başındaydı.

Düşmüş bir iktidarın yapmaması gereken her şeyi alışılmışın dışına çıkarak yapıyor, birçok kararı uygulamaya koyabiliyordu. ABD yetkilileriyle görüşüp IŞİD’a karşı İncirlik Üssü’nün ve Diyarbakır, Batman ve Malatya askeri hava alanlarının kullanılması ABD’ye veriliyor, buna karşınsa yine ABD’den alınan istihbaratı bilgilerle PKK’ya yönelik operasyonlar başlatılıyordu. Yani sözü özü AKP böylece kamuoyuna dönüp milliyetçiliğini kanıtlama olanağı bulacak ve oylarını da bu yöntemle arttırma olanağı bulacaktı ki, artık Recep Tayyip Erdoğan için seçimlerin yenilenmesi için bir fırsatta yakalanmış oluyordu. Bütün bu fırıldaklıkları sineye çekenlere ve sürekli olarak başkalarına eleştiri oklarını yöneltenlere de bir çift sözümüz vardır, bizler de sözümüzü asla esirgemeyiz.

“Buyurun derdinize yanın artık…”

Bugüne kadar “çözüm süreci” safsatasıyla kamuoyu uyutulmuş, Kürtlerin de ağzına bir parmak bal çalınarak Kürtler PKK’sıyla, HDP’siyle HDP bileşenleriyle kandırılmış oluyor, bizim eleştirilerimize “siz barıştan yana değilsiniz, siz analar ağlasın mı istiyorsunuz” diye karşı çıkanların nasıl bir açmaz içinde oldukları son yaşananlarla bir kez daha kanıtlanmış oluyordu. Sonra bildiğimiz gibi birçok örgüte yönelik operasyon başlatılıyor, bu operasyonun bir parçası olarak Eğitim-Sen Genel Merkezi de basılarak arama yapılıyordu. Bu aramalardan öğreniyoruz ki bazı yaralılar Eğitim-Sen misafirhanesinde tedavi ediliyormuş. Bu yaralıların kim ya a kimler olacağı üzerinde durmanın yararsızlığını biliyoruz.

Ancak bir demokratik kitle örgütünün bu olay bile nasıl işlevsiz hale getirileceğinin en güzel örneğini teşkil etmektedir.

Eğitim-Sen gibi çok önemli bir demokratik kitle örgütünün tam bir Sivil Toplum Kuruluşu haline getirilerek hem kitlesel olmaktan hem de asli görevini yerine getirmekten nasıl uzaklaştırıldığını da bu operasyonla birlikte öğrenmiş oluyoruz.

Biliyoruz, yaralıların misafirhanede tedavi edilmesine olanak hazırlayanlar kendi yanlışlıklarını görmeyip bizlere yönelik yavuz hırsız evsahibini bastırır örneğinde olduğu gibi eleştiriler yapacaklar, bize faşist, milliyetçi vs suçlamasında bulunacaklardır.

Ancak KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in Recep Tayyip Erdoğan’ın “akil” insanı olmasına ses çıkarmayan Eğitim-Sen ve KESK’e bağlı öteki kuruluşlarının bu son olayı eleştirdiğimiz için bize ağzını açıp tek söz söylemeye ne hakkı vardır ne de haddidir.