Yazan: Turgut Koçak 4 Şubat 2014
Biliyorsunuz,17 Aralık operasyonu sonrasında isimleri geçen bakanların istifa etmesini, arkasından da özür dilemesini isteyer Recep Tayyip Erdoğan’dı. Bu istek üzerine adı yolsuzlukla anılan bakanlar istifa etmişler, çekip gitmişlerdi. Bu bakanlardan sadece Çevre ve Şehircilik Bakanı olan Erdoğan Bayraktar farklı davranmış ve bugüne kadar ne yaptıysa başbakanın emriyle yaptığını söyleyerek Başbakan’ın da istifa etmesi gerektiğini söylemişti. Bayraktar’ın bu çıkışı sonrasında birçok siyasetçi ve köşe yazarı Bayraktar’ı “Karadeniz delikanlısı” olarak nitelemişler ve bravo çekmişlerdi. Bu olayın arkasından kısa bir sessizlik oldu, Karadeniz delikanlılığı patladı. Erdoğan bu kez bakan olma sürecine kadar merdivenlerden çıkışını önce Allah’a sonra Recep Tayyip Erdoğan’a borçluyum diyerek duruşundaki delikanlılığı yerle bir etti. Bizler de anladık ki, Recep Tayyip Erdoğan çevresinde dik durabilecek bir tek babayiğidi tutmaz tutamaz.
Erdoğan Bayraktar’ın çıkışı bununla da kalmadı. “Soruşturma dosyasındaki imar planları, Başbakan’ın talimatıyla yapıldı. Bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ediyorum. Başbakan’ın da istifa etmesi gerektiğine inanıyorum…” sözünü unuttu, tam bir ‘U’ dönüşü yaparak herkesi hayal kırıklığına uğrattı. Artık çığ dağdan kopmuş, bu kopuşu ve dibe vuruşu engellemenin olanağı yoktu. Ülkemizde gündem o denli hızlı değişiyor ki, Erdoğan Bayraktar gibi bir faniyi kim anmsayacak; kısa bir süre için de olsa bir kez daha gündem dışında kaldı.
Ne var ki, Erdoğan Bayraktar ısrarcıydı. Bir kez daha ortaya çıktı ve" “Şahsıma isnat edilen imar usulsüzlükleri mesnetsiz. Başbakanımız 40 yıldır benim davamın lideridir. İstifa kelimesini maksadını aşan şekilde kullandım. Liderimden özür diliyorum” dedi.
Evet, o günden bugüne ne değişti ki, Erdoğan Bayraktar fırıl fırl dönmeye başladı? Bizce çok şey değişti. Bayraktar başlangıçta ne denli köşeye sıkıştığını görmüş ödeyeceği bedellerin ağırlığı altında ezildiği için suç ortaklarını açıklayıvermişti. Sonra hem birinci hem de ikinci operasyona bizzat Recep Tayyip Erdoğan eliyle müdahale edildi. İkinci operasyon başlamadan bitti. Birinci operasyonun ortada ne savcısı kaldı ne de yargıcı. Operasyona katılan emniyet birimleri bile darmadağın edildi. İkinci operasyon ise yok artık. Kanıt karartma işleri hızla devam etti. Reza Zarrap’ın bile mal varlığının dondurulması mahkeme kararı ile kaldırılıverdi. Böylesine yüksek irade karşısında toparlanan ve aklı başına gelen Erdoğan Bayraktar kurtuluşu bir kez daha Recep Tayyip Erdoğan’ın kanatları altına sığınmakta gördüğü için arka arkaya adımlar atarak pişmanlığını ortaya koymuş oldu.
Aslında bu konuya bu denli yer vermemize bile gerek yok. Ortada Türkiye’nin iç ve dış borçlarını karşılayacak kadar büyüklükte yolsuzluklar var ve bu iktidar eliyle bu yolsuzluklar hiçbir hukuk kuralı tanınmaksızın kapatılıveriyor. Böylesi bir ortamda değil fırıldakların vantilatörlerin bile ortaya çıkması asla şaşırtıcı olamaz olmamalıdır da. Yalnız bir şey unutulmamalı, aradan kaç yıl geçerse geçsin suç işleyenlerden işledikleri suçun hesabı kesinlikle sorulacaktır.
Bugünkü yazımı aslında Ali İsmail Korkmaz’ın Kayseri’de süren dasasına ayırmak istiyordum. Araya vantilatör girdiği için bu konuyu yazımın sonuna ekledim. Yargılamada orada bulunan sanıkların durumunu hiç izlediniz mi? İzlediyseniz onların Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ilan ettiği gibi “kahraman” olmadıklarını birer böceğe dönüştüklerini görmüşsünüzdür.
Tutuklu yargılananlar yapmadım, etmedim, yerde yatan kişiye ayağımla şöyle bir dürttüm demenin ötesinde hangi Şabanlıklarını açıkladılar.
Diyebildiler mi, vatan kurtarıyorduk diye?
Ya da bunlarda vicdan da yoktur ya, Ali İsmail Korkmaz’ın annesi, “İsmail’in gözünün içine bakın” dediğinde bakabildiler mi?
İşte böyledir, bütün katiller korkaktır, Recep Tayyip Erdoğan’ın katilleri pardon pardon “kahramanları” daha korkaktır.