Yazan: Turgut Koçak 22 Ağustos 2021
Ülkemizde ve diğer bütün İslam ülkelerinde din adına yapılan şeylere baktığımız zaman bambaşka şeylere tanık oluyoruz. Bir kez kara cahilliğe övgü konusunda bunların eline kimseler su dökemez. Bu gerçekliğin doğurduğu sonuçlar ise karşımıza, ilkellik, yalan, dolan üçkağıtçılık olarak çıkıyor ki bütün bunların boyası ise dine hizmet olarak çekiliyor ki kitleler gerçeği anlamasınlar. Bu ortam bizim ülkemizde de ne yazık ki fazlasıyla var.
Geçmişten bu yana topluma dayatılan bir kültür anlayışı var. Ve zaten bütün halk düşmanı kesimler de buraya yaslanarak toplumun gören gözünü görmez hale getirmişler. Topluma dayatılan öğretilerinden tutun da yaşam anlayışlarına kadar her şeyin ne kadar bozuk ne kadar insanlık dışı olduğu açıkça belli olsa da sonuçta güç ve para ile bunların gerçeğinde değiştirilemeyecek şey yok gibi.
Olup bitenlere baktığımız zaman toplum çürümüş ve kokuşmuşluğun içine düşürülmüş. Gerçekle gerçek olmayan şeylerin yeri değiştirilmiş ve topluma kakılmış. Bu çürümüşlüğün nedeni ise dinci gericilik ve bir soygun düzeni olan kapitalist anlayış. Bu yüzden geniş halk yığınlarını bırakalım toplumun aydın olarak nitelenenleri arasında bile çözümleme yapma yeteneği yerini başka başka saiklere bırakmış. Bu yüzden petrol gelirinden başka insanlığa hiçbir getirisi olmayan Arap emirlik ve sultanlıkları bile bunların gözünde çekici hale gelmiş.
Dünyanın hangi ülkesi daha çok dincileştiği için sorunlarını kolayca çözebilmiş? Hangi İslam ülkesi çağdaşlığı yakalayıp dünyaya örnek hale gelmiş? İslam ülkeleri içinde diğerlerine kıyasla parmakla gösterilir hale gelmiş olan ülkemizin bu hale gelmesinde laikliğin, çağdaşlığın seçimi hiç mi rol oynamamış? Demek ki oynamış ki Türkiye diğer İslam ülkelerinden her anlamda çok daha ileride. Ve zaten bu yüzden Türkiye hedef alınmış, kendisine ihanet edenler yüzünden başka bir yörüngeye çekilerek AKP iktidarı ile birlikte daha büyük zorlukların yaşanacağı bir sarmalın içine itilmiş.
AKP’ye halk desteğini bile doğru çözümlemiş değiliz. Yoksul yığınların bu iktidarı desteklemiş olması ve AKP’nin alt sınıflar arasında destek bulması ülkeyi ne zenginleştiriyor ne de demokratik ortamı daha da güçlendiriyor. Tersine her şeyi sil baştan daha da kötü bir hale getiriyor. Bu destektir ki AKP ve saray iktidarını daha da bir acımasızlaştırıp zorba bir hale getiriyor.
Bizler bugüne kadar faşizmi anlatırken bu konuya az kafa patlatmadık. Alt tabakalardaki din ve milliyet anlayışlarının körüklendikçe nelere yol açtığını biliyoruz. Alman faşizmini ve Mussolini faşizmini destekleyen alt tabaka nasıl bir rolün içindeyse bizim ülkemizde de durum aynen böyle.
Neler yaşıyoruz? Bu toplum nitelikli ne varsa onu dışlıyor. Koskoca bilim insanları bir kıçıkırık cahilin ağzından çıkacak sözlerle aşağılanıp örselenebiliyor. Önemli görevlere getirilenlere baktığınız zaman hemen hepsinin yetersiz olduklarını görüyorsunuz. Dürüst olmak bile bu toplumda aptallıkla eşdeğer tutulup ahmak yerine konuluyor. Bu yüzden de onca bağırıp çağırmamıza karşı beş-on maaş alanlar bile uyanık kabul edilip baş tacı ediliyor. Hile, hurda, çalma çırpma, yolsuzluk, yalan, dolan gırla. Ülkemizde tek bir seçim bile görmedik ki hile yapıldığı konuşulmasın. Bu yüzden de bu ülkenin ortalama ve alt tabakalarda olan insanların gözünde birisi dünya lideri olarak göklere çıkarılırken başkaları için sürekli aşağılamalar yapıldığını görüyoruz. Toplum elek olmuş daha iyileri ve nitelikli olanları yaşamın dışına itip adeta eliyor.
Bugün şöyle bir baktığımız zaman iyi olan ne varsa ağız şaplatılarak kötüleniyor. Hemen herkes bu zihniyetten payını alıyor. Aydınlar baskı altında. Yazıncılarda, müzik, resim vb. ne kadar sanat alanı varsa yani baskının altında.
Çalakalem yazılmış, hiçbir değeri olmayan şeylere karşı herkes beğeni sunmak için sıraya girmiş. Özetle bir şeyler bozulmaya başlandığı zaman her şey birbirinin peşi sıra bozuluyor. Bu yüzden de ortalamanın altında sayısız kitap çok satarlar listesine giriyor.
Artık bu aydın ve solcu kesimlerin halk dalkavukluğundan da gına geldi. Ortamın bu denli bozulmasının suçunu bu gibi kimseler tıpkı bir mazoşist gibi kendisine yükleyip halka inilemediğinden, işçilere emekçilere gidilemediğinden dem vurup duruyorlar. Buna bir pay çıkarsak bile bu pay ancak ve ancak Nazım’ın dizelerinde olduğu kadar olur gerisi lafı güzaftır.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Yani bizler eza cefa çekmedik mi? Hangi fabrikanın önünde her vardiya bekleyip işçilere bir şeyler anlatalım diye çabalamadık. Geçmediğimiz, ayak basmadığımız köy mü var? Onca işkenceyi kim gördü? Boğazına ip geçirilenler kim? Kim yıllarını içerde geçiren? Bütün bunlara karşın bir kez olsun of bile demeden mücadeleyi sürdürenlerimiz yok mu? Öyleyse biz niye suçu hep kendimizde bulup duralım? Devrimcilikse devrimcilik, sosyalistlikse sosyalistlik bundan alası ne olabilir?
Yani yeter! Ülkemizde bu denli uzun soluklu devrimcilerin bulunması az şey mi? Hiç siz Batı’yı biliyor musunuz? Oranın devrimcileri ile bizim ülkemizin devrimcilerini kıyaslama şansınız oldu mu? Olduysa bizdeki direngenliği nasıl olur da elinizin tersiyle itip yok sayabilirsiniz?
Şimdi ne yapalım yani? Toplum bizi anlamıyor biz de kendimizi yeterince anlatamıyoruz diye kendimizi uçurumdan aşağı mı atalım. Geçmişte gösterdiğimiz özveriler neyin nesidir? Şimdi böyle bir ortamda bile ödünsüz davranışımızın ve mücadeleden vazgeçmeyişimizin hiç mi bir değeri yok? Zor yoluyla alıklaştırılmış ve din, iman ve kutlu dava denilerek küçük hesaplar içine çekilmiş yığınların durumuna bakarak mı kendimizi devrimcilik tartısında tartacağız? Yalan makineleri tarafından kandırılmış bir toplumun değer yargıları mı bizim devrimciliğimize yön verecek?
Bizler dinci, gerici ve faşist anlayışın ilkel silahlarla bizleri yeniyor olmasının çözümlemesini doğru yapmayıp halka dalkavukluk yaparak mı kendimize alan açacağız? Eğer bizler de tıpkı çağdışı zihniyetler gibi davranacak ve halka ineceksek bizim devrimciliğimizin ne önemi kalır?
Evet, düşmanlarımız çok. Bize yönelecek mızrağın parlak ucunu da görüyoruz fakat yine de ne eleştireceğimiz anlayışları eleştirmekten vaz geçeriz ne de devrimciliğimizden ödün veririz. Eğer yukarıda saydığım onca kötü özelliklere karşı kazanacaksak onları gerektiğinde karşımıza almaktan çekinmeyeceğiz.
Yoksa bize de gerek kalmaz.