Yazan: Turgut Koçak 14 Mayıs 2012
12 Eylül 1980 faşist darbesi öncesi ülkemizde eşitlik ve adaletin var olduğunu kimse söyleyemez. Ancak eşitlik ve adaletle ilgili insanların dünden bugüne biriktirdiği ne varsa 12 Eylül 1980 faşizmi ile birlikte insanların belleklerinden tümden silindi. 12 Eylül darbesi ile birlikte çalışanların yaşamı zindana çevrilirken bir avuç uluslararası sermayenin işbirlikçisi tekelci burjuvazi neredeyse zil takıp göbek atar hale geldi. Çalışan geniş halk yığınlarının ekonomik, demokratik ve siyasal örgütlerinin kapısına zincir vurulup üye ve yöneticileri tutuklandı. Hak arama girişimleri anında boğuldu. Bu yönde en küçük kıpırdanmaya izin verilmediği gibi bu yönde girişimlerinden kuşkulanılan herkes bir şekilde cezaevlerini boyladı. Sonra 12 Eylül 1982 faşist Anayasası topluma korku pompalanarak kabul ettirildi. Sözde demokrasiye geçileceği savıyla siyasi partilerin kurulmasına Kenan Evren’in oluru ile izin verildi. Arkasından yapılan seçimlerde Turgut Sunalp’in paşa partisi Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin ipi göğüsleyeceği düşünülürken tersine düşünülen olmadı ve MDP üçüncü sırada nal topladı. Uluslararası sermayenin arkasında durduğu Turgut Özal tarafından kurulan ANAP sandıktan birinci parti olarak çıktı. ANAP’ın sivil görünümü bir kez daha herkesi aldatmış, yığınlar tercihini ANAP’tan yana yapmışlardı. Oysa Turgut Özal ve partisi iktidara geldiği günden tarih olup silininceye dek 12 Eylül faşizminin partisi olarak politik yaşamını sürdürdü.
Turgut Özal iktidarı döneminde soygun, vurgun, hak ihlalleri, eşitlik ve adaletin halk yığınları aleyhine değişimi artarak devam etti. 12 Eylül’ün tüm kurum ve kuruluşları ülkenin tepesine bir karabasan gibi çökerek can yaktı, halkı canından bezdirdi. Enflasyon görülmemiş boyutlara sıçradı. Bankerler halkı soydular, bankalar birer vurgun aracı olarak işledi, işletildi. Sol çevrelere yönelik tutuklama, işkence ve cezalar artarak devam etti. Burjuva demokratik bağlamda fazladan değişen bir şey olmadı. Günümüzde bile acıları silinmeyen trajik olaylar yaşandı. Sonuçta yığınlarda eşitlik ve adaletin olmadığı duygusu ağırlık kazandı ve bu duygu yığınlar üzerinde travmatik bir etki yarattı. Geniş halk yığınları bir çıkış yolu da bulamayınca yığınlarda sonucu belirsiz şiddete yönelen öfke birikimleri artarak devam etti. ANAP sonrası iktidarlarda da sonuç değişmedi. Aksine hak isteyenlere yönelik faili meçhul cinayetler birbirini kovaladı. Kapitalist/emperyalist sistemin küresel hegemonyası da devreye girince koşullar ülkemizde iyice kötüleşti ve arka arkaya ekonomik krizler yaşandı. Dünya Bankası’ndan getirilen Kemal Derviş ekonominin başına geçirildiyse de sonuç amaca uygun olarak işledi ve uygulamalar sadece ve sadece çalışanların belini büktü. Yani; Kemal Derviş başında bulunduğu sermaye güçlerinin çıkarına ülkemizde adalet ve eşitliğin büyük çapta bozulmasına en büyük katkıyı getirmiş oldu.
Emperyalizmin isteği gereği Irak’a yapılmak istenen işgal operasyonu Ecevit tarafından kabul edilmediği için Ecevit’in partisi DSP solcu bilinen İsmail Cem tarafından parçalandı ve emperyalizmin isteğine uygun bir sonuca hizmet edilerek Erbakan’ın dizi dibinden kaldırılıp getirilen Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’a AKP kurduruldu ve bu parti 2 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimleri ezici bir çoğunlukla kazandı. Artık hem ülkemizde hem de bölgede emperyalist/kapitalist sistemin uygulamak istediği politika rahatlıkla uygulanabilirdi uygulandı da. Irak işgal edildi. Milyonlarca insan katledildi, işkencelerden geçirildi, tecavüze uğradı. Sonra Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu Projesi uyarınca bütün Arap dünyası zaptı rapt altına alındı ve AKP iktidarı ve onun başı Recep Tayyip Erdoğan bu projede eşbaşkan olarak rol aldı.
AKP on yıldır iktidarda. İktidarı döneminde ne yapılmışsa uluslararası sermaye ve onların işbirlikçisi ülke sermayedarları çıkarına yapıldı. Sendikal hak ve özgürlükler işlersiz hale getirilmekle kalmadı, her türlü hak ve özgürlük arayışı polis baskısı ile sindirildi. Bu yüzden de ülkemiz nüfusunun 15 milyonu açlık sınırının altında, 45 milyonu da açlık sınırında yaşar hale geldi. İşsizlik artarak devam etti. İşi olanlar hemen her gün işten atılma tehdidi altında yaşamlarını sürdürür oldular. Özelleştirmeler yapılarak kamu kurum ve kuruluşları yabancılara bir bir peşkeş çekildi. Rant alanları yandaşlara açıldı. İhalelerin yandaşlara verilmesi için her yol geçerli sayıldı. AKP’nin dışındaki bütün belediyelere operasyon çekilerek keyfilik ayyuka çıkarıldı.
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliğinin halkoylamasına götürülmesi ve kabulünden sonra yargı tam anlamıyla yürütmenin denetimine geçti ve bu saatten sonra yapılan tüm tutuklama ve yargılamalara ise açıkça taraflı olmak karıştı ve zaten adalete güven yoktu, AKP ile birlikte tam anlamıyla güvensizlik egemen oldu. Şike davasından darbe yapılacağı savı ile açılan ve içinden çıkılmaz hale getirilen Ergenekon tutuklamalarına kadar AKP’nin dışında kimse yapılan operasyonların haklılığına inanmadı. Sonuçta geniş halk yığınlarında adalete olan güven ortadan kaldırılmış oldu ve geniş halk yığınlarında haklı olarak büyük bir öfke birikimi söz konusu oldu. Bugün bakıyoruz; bir maç sonrası ortalık savaş alanına çevriliyor. Mahkeme çıkışlarında taraflar birbirine girmiş kendi adaletlerini kendileri sağlamaya çalışıyorlar. Bir mahallede iki küçük çocuk kavgası bile onlarca kişinin karıştığı büyük kavgalara kolaylık dönüşebiliyor. İnsanlar haksızlığa uğradıklarında başvuracakları yer konusunda şaşkın hale getirildiler. Son Galatasayay Fenerbahçe maçı sonrası şampiyonluk kupası verilecek, Fenerbahçe yandaşları sahayı savaş haline çeviriyor. Sokakta Galatasaray yandaşları dövmek için Fenerbahçeli taraftar arıyorlar. Kocaman kocaman Fenerbahçe yöneticileri stadın ışıklarını söndürerek kupanın bu sahada verilmesinin önüne geçmek istiyorlar. İşe Bay Tayyip karışıyor ve yaşananları “terör” olarak suçlamakla kalmıyor; uygun olmayan bir dille de “yaa” diyerek sözüm ona eleştirmiş oluyor.
Şimdi işin özüne gelelim. Kapitalist sistem dünyada ve ülkemizde eşitlik ve adalete dair ne varsa ortadan kaldırmış durumda. Bu yüzden de geniş yığınlar olup bitenlerin tam anlamıyla bilincine varamasalar da yaşadıklarını da kolay kolay hazmedemez duruma gelmişler. Bu nedenle de hemen herkesin yüreği öfke ile kabarmış ve şiddete hazır konumda. Bu yüzden de sokaklarda şiddet kol geziyor. Bireysel olarak yaşanan şiddetin çokluğunu ise rakama bile vurmanın olanağı yok. Yani insanların insanca yaşama ve kendilerini ifade etme özgürlüğünü elinden alan eşitliğin ve adaletin olmadığı bir ortamda yaşıyoruz. Bu ortamın tek sorumlusu ise kapitalist sistemin ta kendisi. Bu yöndeki gelişmeleri polisiye tedbirlerle ortadan kaldırmaya çalışan egemenlerin uyguladıkları yöntemse ilk karşılaştığımız yöntem değil. Yıllardır bu yöntem belli dozlarla bugüne kadar uygulanagelmiş, uygulanmaktadır da. Ancak bugüne dek bir sonuç alındığı da görülmemiştir. Bu yüzden kapitalist sistemin dağıtacağı ne eşitlik ne de adalet kalmamıştır.
Bu yüzden ömrünü tamamlayan kapitalist sistemin tarihin çöp sepetine atılması günü çoktan gelmiş geçmektedir de. Burada asıl olan; bugün kaos yaratan şiddete yönelen yığınların ne yaptıklarını bilmemeleri doğaldır.
Ancak bizler geniş halk yığınlarını örgütleyip eşitliğin, kardeşliğin ve adaletin olduğu gerçek kurutuluşumuz olan sosyalizm yolunda büyük bir yürüyüş başlatmadığımız sürece bu başıbozuk uygulamaların önü alınamayacak, toplum çok daha büyük altından kalkılamaz yaralar almaya devam edecektir.