Yazan: Turgut Koçak 23 Mayıs 2022
Bizler elbette bu ülkenin dinci, gerici ve baskıcı dünya görüşlerine sahip siyasetçilerinin Osmanlı Padişahlarını tartışmasız bağırlarına bastıklarını bilmiyor değiliz. Ancak bir ülkenin kendi tarihi ile ilgili olumlu veya olumsuz şeyleri bilmesi farklı bir şeydir. En kabul edilemeyecek ve de savunulamayacak şeyleri göklere çıkartıp sahiplenilmesi de başka şeydir. Dünden bugüne dinci kesimler öyle birine sahip çıkmaktadırlar ki ne yazık ki sahip çıktıkları Sultan II. Abdülhamit gelmiş geçmiş sultanların en baskıcı ve en zalim olanı olarak tarih sayfalarında adı kayıtlıdır. Bu kişiyle ilgili iki önemli şair vardır ki bunların ikisi de şiirleri ve duruşlarıyla Abdülhamit’e karşı çıkan Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy’dur.
Abdülhamit’in 33 yıllık iktidarı bir zulüm ve baskı iktidarı olup tarihe İstibdat dönemi olarak geçmiştir. Bu 33 yıllık dönemi ülkemizin en önemli tarihçileri ele almışlar ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bu istibdat döneminin nasıl sonunu getirdiğini tek tek kanıtlarıyla yazmışlardır.
İşte böyle bir kişiye AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Adana’da partisinin düzenlediği Gençlik Şöleni’nde bir kez sahiplenmiş, sahiplenmenin de ötesine geçerek Cumhuriyeti ve Cumhuriyet dönemini hiçe sayarak parti gençlerine 2053 yılına kadarki dönemin yöneticileri olacağını ileri sürerek partili gençlerine bu istibdat padişahını bir referans olarak göstermekten çekinmemiştir.
Şimdi bazıları çıkıp bizim bu yaklaşımımızı düşüncelerin açıklanması olarak gösterip düşünce özgürlüğüdür diyerek bizler düşünce özgürlüğüne karşıymışız gibi eleştiride bulunabilir fakat R.T. Erdoğan’ın konuşması düşünce özgürlüğü ile falan açıklanamaz. Zaten halk düşmanı politikaların savunulması da düşünce özgürlüğü falan değildir. Erdoğan ne söylemiştir bu konuşmayı koyalım sonra da yazımızı uzatmadan bitirelim:
“Varsın birileri Gezi olaylarını Abdülhamid Han’ın devrilişine benzeterek emperyalistlere selam dursun, biz ecdadın izinden yürümeyi sürdüreceğiz. Tabii burada 6’lı masanın etrafında buluşanlara tek tek, Abdülhamid nezdinde yapılan bu ecdat, tarih ve değer düşmanlığına katılıp katılmadıklarını sormak da hakkımızdır. Öyle ya gençlerimizin, kimin kim olduğunu, hangi müşterekler etrafında buluştuğunu bilmeye hakkı var. Siz, işte bu emperyalist ağızlılara hak ettikleri cevabı verecek gençliksiniz. Gençler, Sultan Abdülhamid’e laf atan, dil uzatan hanımefendiye şunu sormak lazım, 33 yıl ‘hasta dev’ diye takdim edilen Osmanlı’yı bir karış toprak kaybetmeden yöneten Sultan Abdülhamid’e hakaret, haddini aşmaktır ve bu haddini aşanlara bu millet inanıyorum ki 2023 seçimlerinde haddini bildirecektir. Meral Hanım sen kim Sultan Abdülhamid’e saygısızlık kim. 6’lı masada olanlardan 3 tanesi var ki bunlar Sultan Abdülhamid’e bugüne kadar laf söyletmemişlerdi, ne oldu da şimdi sus pus oldular? Bu millet ecdadına hakaret edenlere haddini bildirecektir. Siz bizim 40 yıllık siyasi mücadelemizi, 20 yıllık iktidarımızı 2053 vizyonuyla taçlandıracak gençliksiniz. Bunun için her birinizin kalbimizde, zihnimizde özel ve eşsiz bir yeri var. Sizin gibi bir gençliğe sahip olduğumuz için de Allah’a hamdediyorum. Bu kararlılığınız bu devamlılığınız 2023 ile birlikte yeni bir dönemi başlatacak, sizlerle birlikte aldığımız emaneti doruğuna yerleştireceğiz.”
Bu konuşmayı irdelediğimiz zaman görmekteyiz ki ortada uluorta işlenmiş Anayasal bir suç işlendiği görülmektedir. Konuyu sıradan yurttaşlar açısından bile ele alsak bu Anayasal bir suçtur. Kaldı ki devletin en tepesinde bulunması hesabıyla ve elinde bulundurduğu düşünülen güçlerle Cumhuriyet’e karşı alenen bir suç işlenmiş ve Sultan Abdülhamit’in dönemine dönüş isteği dile getirilmiştir ki bu da Anayasal bir suçtur. Sonuçları da Erdoğan’ın bulunduğu makam itibariyle daha ağırdır.
Gerçi bu konuşma çoklu amaçlar içermektedir fakat içeriği açısından bakıldığında doğrudan Anayasa ihlalidir. Çoklu amaçlar derken 6’lı ittifakta yer alan partilerden bazılarının da Abdülhamitçi olduğunu söyleyerek birilerini köşeye sıkıştırma gayreti söz konusu olup bu ittifakın dağılmasını sağlamak istiyor olsa da özü değişmez. Özü mevcut Anayasa’ya karşın yine de Anayasal bir suçtur.
Bir idol olarak gösterilen Sultan Abdülhamit her türlü hak ve özgürlükleri ayaklar altına almış olan bir padişah olduğu gibi aynı zamanda da Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getiren ve döneminde en çok toprak kaybedilen bir Osmanlı padişahidir ki sahiplenilmesi, cumhuriyetin antitezi olarak benimsenmesi kabul edilemez. İşte onun döneminde İmparatorluğun yitirdiği topraklar.
1878’de Kıbrıs’ı İngiltere’ye sattı.
1878 Berlin Antlaşması’yla Batum, Ardahan, Kars, Oltu, Kağızman Rusya’ya, Kotur kazası ve civarı İran’a, Bosna Hersek Avusturya’ya bırakıldı.
1881’de Fransa Tunus’u aldı.
1882’de Mısır İngilizlerce alındı.
Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan, Romanya, Şarki Rumeli Eyaleti bağımsız oldular; böylece hemen hemen bütün Rumeli kaybedildi.
Girit, Yunanistan’a geçti.
Sonuç ve özet olarak Osmanlı, ikinci Abdülhamit döneminde yaklaşık olarak 1.600.000 kilometre kare toprak kaybetti.
Ama görüldüğü gibi böylesine tarih bilincinden yoksunluğun hazin sonucu ülkeyi doğrudan uçurumdan aşağı yuvarlamaktır ki ve zaten kimi güçler böylesi bir amaç peşinde yıllarca koşup durmaktadırlar.