EEE SİZİNLE NE KONUŞULUR?

Yazan: Turgut Koçak 28 Ocak 2020

Hem de bu varlık var ya Yıldız Teknik Üniversitesi’nde profesörmüş. Adı Bedri Gençer olan bu kara ağızlı kişi, depremin niye oluştuğunun tanısını da koyuvermiş. Bu varlığa göre çocuk evliliklerinin yasaklanması depremin oluşuna nedenmiş.

Bu kişiyi fazladan konuşmaya gerek yok.

Böylelerine şu doğru bu yanlış gibi karşılık verilmesi bile bizce zaman kaybı. Ancak bir konuya işaret etmekte gerek var. Bu kişi bu açıklamayı yaptığı andan itibaren hem görevden atılmalıydı hem de doğrudan yargının önüne çıkarılarak kendisinden hesap sorulmalıydı diyeceğiz de böyle bir şeyin olmayacağı bilinmeyen bir şey değildir. Çünkü başka biri yani SADAT Başkanı Adnan Tanrıverdi de bir açıklama yapmış ama kendisinin kılına bile dokunulmayıp bir yerlerde birinin isteklerini yerine getirmeye devam etmektedir.

Geçiyoruz bu ıvır zıvır halk düşmanlarını. Şimdi şu deprem olaylarını konuşalım isterseniz biraz.

Deprem, şu dinci, gerici ve faşist kafalıların şundan olurmuş, bundan olurmuş gibi açıklamalarına da fazla kafamızı takmayalım. Kafamızı takacak o kadar çok şey var ki süreceksek bunun izini sürelim.

17 Ağustos 1999 depremi, Türkiye’ye deprem konusunda çok şey öğretti. Ya da şöyle diyelim öğretmesi gerekirdi. O günlerde yaşanılan acıları anımsıyoruz. Arkasından da alınan ve alınması gereken tedbirleri yaşadık. İlk iş daha sağlam kentler oluşturmak için deprem vergisi yaşamımıza girdi. Devamında deprem sonrası toplanma yerleriydi, yapıların iyileştirilmesiydi, yeni yapıların sağlamlığıydı neler konuşmadık neler.

Toplanan vergiler deve edildi. Deprem toplanma alanları AVM’lerle doldurulup imara açılarak iş merkezleri kuruldu. Şu an İstanbul’da deprem sonrası toplanma yerleri olarak gösterilen yerlere baktığımız zaman komik mi komik görüntülerle karşılaşıyoruz. Binalar ya sağlamlaştırılamadı ya da hatır gönül işi sağlamlaştırılmış gibi gösterildi. Yeni binalarda da depreme dayanıklı yapılar yapıldığı söylenemez. Bütün bunların üstüne bir de ‘imar barışı’ adı altında bir yasa çıkarılarak Türkiye çapında ne kadar çürük çarık yapı varsa affa uğratılıp devletin kasasına giren para hesap edildi sadece. Elazığ ve Malatya’da olan depremle ilgili olarak pek çok namuslu insanın düşünce ve girişimleri de hasıraltı edilerek göz yumuldu. Depremle ilgili mecliste araştırma önergeleri ise AKP ve küçük ortağı MHP’lilerin oylarıyla reddedildi.

Şimdi halkın duygularına seslenilerek para toplamaya çalışan kurum ve kişiler var. Bu kurumların başında da Kızılay geliyor. Kızılay ki bizim bildiğimiz Kızılay olmaktan çoktan çıkmış, dünyanın her yerinde iktidarın isteklerine uygun olarak bir şeyler dağıtıp duruyor. Sizin anlayacağınız Kızılay’ın deprem oldu da Türkiye ancak öyle düştü aklına. İktidarın borazanlığını yapmaktan öte ne bir işlevi kaldı ne de bir saygınlığı.

Bu konuya da uzun uzadıya yer vermek benim için gerçekten yorucu oluyor. Niye derseniz; şu an Kızılay’da en tepedekilerden aşağılara doğru maaş alanların aldıkları maaşa baksanız bile dudakları uçuklatacak rakamlar olduğunu görürsünüz. Görünenler böyle, bir de görülmeyenlere ve bu yöneticilere sunulan olanaklara baktığınız zaman neyin ne olduğunu anlıyorsunuz. Maaşlarla ilgili değerli kardeşim Barbaros Tantan bir liste yayınlamış, bende bu listeyi dün paylaştım. Merak edenler bir bakabilirler.

Bunu da geçtik. İktidar yapması gereken görevleri yapmamış, toplanan paralar nerde bunun hesabını bile verecek konumda değil ama bol keseden şunları veriyoruz, bunları veriyoruz gibi açıklamalarla algı yarattığı gibi bu konuda bile ne yapılıyorsa kendisi yapıyormuş izlenimi yaratarak göz boyuyor. Yandaş ve yalaka takımının televizyonları bile göçük altından çıkarılan kimselere mutlu olup olmadıklarını soracak kadar ileri gitmiş ve bir kadının göçükten çıkarılırken türbanını istemesi bile öne çıkarılarak iffet ve iffetsizlik üzerinde konuşulacak kadar ileri gidiliyor ve başı açık kadınlarımıza buradan bile hakaret edilerek namussuzca bir siyaset izleniyor. Ayrım diz boyu. Diyarbakır’dan gelen yardımlar Elazığ Valisi tarafından sudan bahanelerle geri çevriliyor. Bu konu bir iktidarın ne büyük açmaz içinde bataklıkta kulaç attığını göstermesi açısından oldukça öğretici.

Sonra Acun Ilıca’lının televizyonunda şov görüntülü bir havada paralar toplanıyor ve kısa aralıklarla rakamın nerelere ulaştığı açıklanıyor. Bir şey demiyoruz ama ülkemizin insanlarının ne kadar gani gönüllü olduğunu gölgeleyici davranışların daniskası yapılırken bu gibi şov ve reklam kokan yöntemlere kapı sonuna kadar açık bırakılıyor. Sonra da her şey birbirine karıştığı için dönülüp bizim gibi düşünenlere deniliyor ki siyaset yapmayın. Oysa kendileri siyasetin daniskasını yaparak insanların ölümlerini bile sömürüyorlar. Bizler de bu yüzden siyaset yaparız ve de kimse bizi engelleyemez.

İsteniyor ki 17 Ağustos 1999 depremini, Soma kömür ocağı faciasını, Van depremini Elazığ ve Malatya depremini ve daha sayısız pek çok şeyi sormayalım. Sormayalım ki halkımız gerçekleri bilmesinler. Sormayalım ki Süleyman Soylu desin ki depremle ilgili pek çok şeyi yapmaya başladık. Bizler de bu şeyler nelermiş bilmeyelim ve halkımız vay be amma da çok şey yapıyorlarmış helal olsun reisimize ve adamlarına diye düşünsünler iyi mi?

Ama kardeşim biz sorarız, biz kim nerede ne iş yapıyor hepsini bildiğimiz ölçüde gözler önüne sereriz.

Sonra da hesap sormak için yeminliyiz ya gün gelir olup bitenlerin de hesabını sorarız asla davalarını da divana bırakmayız…