Yazan: Turgut Koçak 28 Aralık 2021
Yargının verdiği kararlara saygılı olunması beklenmez mi? Elbette beklenir, doğrusu da budur zaten. Ancak yıllardır ülkemizde bambaşka bir anlayış hüküm sürüyor. Sayısız insan yargı eliyle suçlu ilan edilip hak ve özgürlüklerinden edildiler. Canı isteyen canı istediği gibi sonuçları olacak uygulamaların peşinde. Böylece gelindi gelindi yargıya talimat verilmesi noktasında demir atıldı. Artık bu yöntemle canınız kimi istiyorsa vatan haini de, teröristte, bilmem ne suçu işlemiştir, tahrikte yapmıştır, darbe teşebbüsünde de bulunmuştur sonucuna varmanız olasıdır.
Son zamanlarda ülkenin savcılarının açtıkları davaların çoğuna baktığımız zaman suç için bir kanıta bile gerek duyulmuyor fakat suç kanıtı icat etmek ve insanları içerde tutmak için elden ne gelirse yapılabiliyor. Mahkemeler ise böylesi ısmarlama davaları kabul etmemesi gerekirken davaları kabul edip her türlü tehlikeyi de başından savmış oluyor.
Cumhuriyet gazetesi ve başka pek çok dava bu anlayışla sürdürülüyor. Bir başka deyişle iktidar kim ya da kimlerden hoşlanmıyorsa yatırıp yatırıp bu kadar yatmasını yeterli bulursa salıverilmelerini sağlıyor. İnsanlar ise yattıkları ve ödedikleri bedellerle kalıyorlar. Bir başka deyişle iktidar düşman hukuku da uyguluyor dememiz olasıdır.
Eh elbet bir iktidar bu yola sapmışsa bundan da yarar umuyor ki bu yönde uygulamalarını kararlıca sürdürüyor. Dolayısı ile Selahattin Demirtaş’la ilgili davayı da Osman kavala ile ilgi davayı da bu şekilde okumak gerekiyor.
Bu konularla ilgili konuşan Erdoğan’dan tutun da kim kendisini iktidarla bağlantılı sayıyorsa herkes Selahattin Demirtaş’ı, Kavala’yı ya da başkalarını suçlama hareketine girişiyorlar. Bir anlamda başlatılan linç kampanyası ile birlikte yargıya da talimatlar yağdırılmış oluyor. Bu durumda yargı ne yapsın, aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık o da en iyisi iktidar nasıl istiyorsa o yönde davranıp bir güzel insanları yargı yolu ile haddi bildirilmiş oluyor.
Dolayısı ile AKP ve saray iktidarı 2023 ya da daha erken yapılacak bir seçimi kazanmak için linç kampanyası yürütüyor. HDP’nin kapatılması bu nedenle gündemden hiç indirilmiyor. Çeşitli konularda AKP ve saray iktidarı ile görüşleri zıt olanlar “terörist” ilan edilerek tutuklanmalarını sağlamak isteyen bir anlayış sürekli olarak pompalanıp duruyor.
Sadece HDP ile ilgili olan davalarla ilgili böyle davranılmıyor ki. Hemen kim hedefe konmuşsa hedefe konulan kimselerin yapıp ettikleri ne varsa tek tek ele alınıyor, içinden cımbızlanarak alınan kimi sözcükler üzerinden yürünülerek karşımıza öyle bir dava ile geliniyor ki işte bu pirincin taşı ayıklanamaz.
Örneğin CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu AKP’nin en tepesindeki kişiden başlanılarak başlatılan linç kampanyası ile olağan durumlarda dava bile açılmaması gerekirken dava açılmakla kalınmıyor yargı ceza bile keserek işi sonuçlandırıveriyor. Şimdi şöyle düşünelim; Kaftancıoğlu için Recep Tayyip Erdoğan DHKP-C militanı derse yargı da bunu bir talimat olarak telakki edip Kaftancıoğlu hakkında dava açarsa sonucun ne olabileceğini kestirebiliyor musunuz? Böyle bir suçlama yap sonra da bilmem neyin militanı olmadığını suçlanılan kişi kanıtlasın kanıtlayabilirse. Madem suçluyorsunuz bu suçlamayı görev sayıp dava açmaya yeltenen savcı kanıtları dosyaya koymak zorunda değil midir? Yoksa kanıt denilen şey Erdoğan’ın, İçişleri Bakanı Soylu’nun suçlamaları mıdır kanıt yerine geçecek olan şeyler?
Kısaca özetlersek; her şeyin çivisini çıkaranlar çivisini çıkarmaktan sonuç bekliyor olmalılar ki Yargıtay 5. Dairesinin 5 üyesinden 3’ünün yerine AKP bürokratlarını atamanın sonuçlarını da aldıklarını görüyoruz. Yargıtay 5. Dairesi Soma Kömür madeninde yaşanan işçi katliamı ile ilgili mahkemenin verdiği cezayı az bularak bozmuştu. Sonra üç üyenin yerine yenileri atandı. Birde baktık gördük ki aynı daire bu kez de davayı daha az ceza verilmesi yönünde bozuvermiş. Benzeri pek çok örnek verebiliriz. Yani işin özü; gelinen nokta ülke açısından çok vahim.
Bunları söylemeyip göz yummaksa kötülüğe teslimiyettir bilinsin isteriz.