DOKTRİNERLİK SOL VE SOSYALİSTLERİN

Yazan: Turgut Koçak 23 Ocak 2022

Sol ve sosyalist sol her dönemde birbirlerine kan kusturmanın bir yolunu bulmuşlardır. Ülkemizde 12 Eylül öncesi bir takım sol yapılar vardı ki kibirliliklerinden demeyelim de seçtikleri yolun ne büyük bir devrimcilikle örtüştüğünü hiç düşünmeden söyleyebilecek noktadaydılar. TSİP ve TİP gibi partiler onların gözünde legal olarak kurulmuş partilerdi dolayısıyla burjuvazinin minderinde güreştikleri için gerçek devrimci sayılmalarının olanağı yoktu.

Bu yaklaşım 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte tuzla buz oldu. Kendilerine illegallikte onca misyon yükleyenlerin işi deyim yerindeyse bir gecede çöktü. Yapıların en üst noktalarında görev alanlarsa birer birer içeriyi boyladılar. Hani az işkencelerle karşılaşmadılar, az bedel ödemediler. Birçoklarının da içerde ve işkence tezgahında yaşamları söndürüldü. Bazıları ise darağacına gönderildi. İçlerinde yurtdışına kapağı atanların çoğunun öyküsü de uzun sürmedi. Koşullar uygun düştüğünde ülkeye dönerek yine akıl hocalığına soyundular. Aman efendim neler söylemiyorlardı neler. Sosyalizme atıp tutmalar mı dersiniz, Lenin’in aşırı politikleşmiş kişiliğinden yola çıkarak diktatör olduğunu söylemeye kadar dillerinin altında ne ararsanız vardı. Stalin ise onlar için kaba ve kıyımcıydı. Sovyetler Birliği için şu denir de bu denmez demiyorlar ağızlarına ne geliyorsa söylemekten çekinmiyorlardı. Bunlar yeniden Türkiye’ye sosyalist olarak dönmemişlerdi ama sonuçta da merhaba diyecekleri kapılar bizlerin kapılarıydı. Çevrelerine ayarttıkları kadar kişi topladıktan sonra sosyalizmden arına duruna bir sürü köprülerden geçtiler fakat bu attıkları adımların hiçbirisini tutturamadılar.

Sonuçta bizler belki bir avuçtuk ama Ortodoks’ça komünizmi savunan insanlardık. Bu yüzden onlar bizlere düşman kesildiler. Bizi değişen dünyayı tanımamakla suçlayıp Gorboçov’un “Açıklık” ve “Yeniden yapılanma” politikalarının arkasına dizilmeye çağırdılarsa da hiçbir çıkışları tutmadı. Sonuçta bu sözünü ettiğimiz çevreler ne söylerlerse söylesinler yok olup gittiler. İçlerinde kurnazca bir yerlere kapaklananlar da oldu olmasına ama bunların çapsızlığı sadece daha alt kademelerdekilere ağabeylik yapmaktan öte gitmedi.

Habire sınandık, habire yaşamın zorluğunu canımız yana yana omuzladık ama düşündüklerimizden de hiçbir şekilde ödün vermedik. Bu süre içinde pek çok televizyon kanalında ve gazetelerde parlatılıp parlatılıp ileri sürülenlere tanıklık ettik. Bizim gibi yaşamını komünizme adamış olanlara her kapı kapalıydı, bu sistemin süre içinde nasıl işlediğini araştırarak, iz sürerek gördük. Geri adım atmaktansa yalnızlaşmayı da göze aldık, ne bedel ödenecekse o bedeli ödemeyi de. Bizim yaygın olarak örgütlenemeyişimizi beceriksizliğimize daha çok da değişen şeyleri görememiş olmamıza yoranlar da çoktu ama biz bu yaklaşımların hiçbiriyle kendimizi sınamayı değer bulmadık.

12 Eylül sınavından geçmiştik ama devamı bize sınavların giderek daha da ağırlaşacağını gösterdi. Ülke sağın cehennemi kara yüzü olan faşizmle bizi hep karşı karşıya getirdi. Bugün daha da ağır bir şekilde yaşadığımız AK ve Saray iktidarı dönemini yaşıyoruz. Yani faşizmi yaşıyoruz.

Sosyalistler faşizme karşı nasıl mücadele ederlerdi? Bunun için nasıl bir yol izlemeliler? Bizler sayısız kez yaşadığımız halde, dünyada olup bitenleri harfi harfine bildiğimiz halde yine de kafamızda bu mücadeleyi berraklaştırmış olmadığımızdan gelip gelip her defasında başımızı duvarlara vurmaktan bir türlü kurtulamıyoruz.

Yazımı kısa bir özetle bitirmek istiyorum. Her şeyden önce sosyalist bir parti olarak TSİP asli görevinin devrim ve sosyalizm olduğunun bilincinde bir partidir bunun altını kalın çizgilerle çiziyorum. Ancak faşizme karşı yürünecek ve mücadele edecek en geniş kitle ve yapılarla demokratik güçler olarak birlikte davranmış olmamız bizim asli görevimizi ikinci plana bıraktığımız anlamına gelmez. Aksine kitle mücadelelerini devrime ve sosyalizme akıtmanın bir yolunu bulmamıza ortam hazırlar. Yok, biz gerçekte böyle bir parti değilsek yani devrimi ve sosyalizmi amaçlamıyorsak ne kadar doktriner sözler edersek edelim yerimizde saymaktan da kurtulamayız. Bu yüzden söylediklerimi açıkça söylüyorum. CHP hiç işe yaramaz, HDP zaten bilmem ne gibi yaklaşımlarla kimin cephesini büyüttüğümüzü bir sorgulayalım isterim. Herkesi karşı tarafa itip askersiz komutanlık yapacaksak bu iş olsa olsa dağlarda yalnız kurt olup dolaşmanın ötesinde bir işe yaramaz. Ayrıca bazı adımları bir koltuk sevdasına oturtup köylü kurnazlığına da kaçmanın bir anlamı bir değeri de yoktur. TSİP olarak bu konuda kendimizi savunma gereği bile duymuyoruz. Ama biz bir şeye inanıyoruz, faşizme karşı mücadele cephesini ne kadar genişletirsek o kadar başarılı olabiliriz. Bunun için de sosyalistliğimizden ödün vermemiz gerekmiyor. Çünkü TSİP bütün burjuva örgütlenmelerinden öğretisel (ideolojik) olarak da örgütsel olarak da bağımsızdır. Sosyalizm mücadelesi için kendisini kimseye hesap vermekle sorumlu tutmaz. Kaldı ki TSİP’i bilenler en zor dönemlerde bile sosyalizmin ve sosyalist Leninist bir partinin nasıl olması gerektiğini en fazla dile getiren bir parti olduğunu bilirler. Bu çizgiden de hiçbir zaman ödün vermiş değildir. Evet, biz demokrasi güçlerinin güç birliğinden yanayız. Kendilerine komünist diyen partilerle güç birliği sözünü söylemekte zorlandığımızı söylemek isterim.

Çünkü komünistlerin güç birliği yapmaları gerekmez.

Komünistler gerçekten komünistlerse önlerine mücadele içinde parti birliğini koyarlar ve bu gerçeğin ruhuna da uygun bir şekilde davranırlar o kadar!