Yazan: Turgut Koçak 30 Haziran 2015
Ben kendimi bildim bileli Türkiye dış ve iç tehditle karşı karşıyadır. İşçiler hak istemi için greve mi gitti, öğrenciler hak isteminde mi bulundu, köylüler ürettikleri ürünlerin para etmediğinden mi yakınıyor, memurlar ücretlerinin arttırımını mi istemiş, yığınlar ekonomik, demokratik, sosyal haklarının genişletilmesini mi istiyorlar tanı hazır, bütün bunlara sebep iç ve dış tehditlerdir.
Oysa bu ülkenin başına bugüne kadar tehdit kesilen güçler dış sömürücü güçlerle işbirliği içinde olan işbirlikçi sermaye ve onların politik temsilcisi iktidarlar olmuştur.
Türkiye bütün dünyaya örnek bir Kurtuluş Savaşı gerçekleştirmiştir. Bu yüzden de emperyalist sömürünün ve işbirlikçilerinin ne denli tehlikeli olmasını bilmesi gerekirken Kurtuluş Savaşı’nın sonrasında emperyalist dünya ile içli dışlı olma yolu seçilmiştir. Emperyalist dünya ile en hızlı ilişkiler ise 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren kurulmuş, bu ilişkiler Demokrat Parti ile birlikte olabilecek en yüksek noktaya çıkarılmıştır. NATO’ya girme, ABD emperyalistleriyle ikili anlaşmaların yapılması, Amerikan üslerinin arka arkaya ülkemize kurulması peş peşe gelmiştir.
27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra ülkeye kısmi demokratik bir ortam gelmiş 1961 Anayasası kimi hak ve özgürlükleri dillendiriyor olsa da öz itibari ile değişen bir şey olmamış, üstelik 13 Şubat 1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi ile birlikte yapılan ilerici, devrimci ve sosyalist çalışma ve örgütlenmeler hemen şimşekleri üzerine çekmiş, TİP hem eylemli hem de Hukuki saldırılara uğramıştır. Sözün özeti bütün bu saldırılara neden olarak ileri sürülen şeyse bütün sol örgütlenmelerin dış mihrakların kontrolünde olduğunun ileri sürülmesi bu yönde yavuz hırsız ev sahibini bastırır yönünde bir politika izlenmesidir. Dolayısı ile sermaye güçleri için iç ve dış tehlikeden söz ederek kitleleri uyutmaları ve onları peşlerine takarak iktidar olmaları böylelikle kolaylaşmıştır. Ve zaten 12 Eylül 1980 faşist darbesini gerçekleştirenlerinde açıklamaları bu yönde olmuştur.
Aradan onca yıl geçmiş, dün saklanılar pek çok bilgi ve belge saklanamaz olmuş bütün bu gerçeklere karşın sermaye iktidarları aynı mavalı yani iç ve dış tehlike mavalını okumaya devam etmişlerdir. Bu maval AKP iktidarı ile birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. AKP geçmiş iktidarların aksine işbirlikçi politikasını açıkça yaparak ve savunarak 13 yıldır tepemizde boza pişirmiştir. Bugün; Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Çin sınırlarına kadar yaşanan bütün olayların AKP iktidarı şu ya da bu biçimde içindedir. Recep Tayyip Erdoğan BOP Eşbakını olarak görevlendirildiğinde ise bu işbirlikçilik artık aleni hale gelmiştir.
Dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi AKP iktidarı bölgede bütün terörist güçleri beslemiş, korumuş kollamış, silahlandırmış, onlara her türlü lojistik desteği vermiş, sınırlarımızdan geçişlerini sağlamış, yaralananları tedavi etmiş, onlara istihbarati bilgiler vermiş bugünkü hali ile de IŞİD’ı, El Nusra’yı, El Kaide’yi, ÖSO’yu daha irili ufaklı pek çok terör grubunu Suriye’ye karşı kullanmaktan çekinmemiştir. Bugün; AKP iktidarının eseri olan bu gelişmelerin hiç kuşku yok ki tehlike olmadığını kimse söyleyemez. Ancak bu tehlike görüldüğü gibi AKP iktidarının eliyle örgütlenmiş bölge ve ülkemiz için tehlike haline getirilmiştir. Şu anda ister Suriye, ister Irak, ister bölgede irili ufaklı pek çok halkı tehdit eden güçlerin örgütlenmesinde AKP adeta baş görevli gibi davranmıştır. İşte bu yüzden bölgede yaratılan boşluk nedeniyledir ki, sınırımızda IŞİD bayrağı, Türk Bayrağı ile yanyana dalgalanmaktadır. Bu gelişmeleri dış tehlike olarak addeden AKP iktidarı ve Recep tayyip Erdoğan önceki gün MGK’yı toplamış askerin Suriye’ye girmesi yönünde iknaya çalıştığı yönünde haberlerde arka arkaya ajanslara düşmeye başlamıştır.
Bu konu ile ilgili açıklamalarda bulunan Davutoğlu ise tehlikeyi savuşturmak için saniye bile geç kalınmamalıdır yönünde açıklamalarda bulunarak açıklamasına dahili tehlikeyi de eklemekten geri kalmamıştır. AKP iktidarının ve Recep Tayyip Erdoğan’ın ne dış tehlike ne de iç tehlike umurunda bile değildir. Bunları bu noktaya getiren şey seçimlerin ortaya çıkardığı sonuçtur. Eğer Suriye’ye kısmi bir müdahale yapılır arkasından da iyi bir “fatih” rolü oynanırsa hem yeni bir hükümet kurmadan AKP iktidarı iktidarda kalmaya devam eder, hem de ortalık durulunca “fatih” olmanın getireceği oy yüzdesini AKP yeniden tutturursa bir kez daha tek başına iktidar olabileceğini hesap eylemektedir.
Bu tür müdahalenin ne getirip ne götüreceği AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın derdi bile değildir.
Bu yüzden zaten yok hükmünde olan AKP iktidarı bir an önce gasp ettiği iktidarı bırakmalı, zaten kendisi iç ve dış tehlike haline gelmiş AKP’ye asla fırsat verilmemelidir.
Durum; işte bu kadar vahimdir.