DİKTATÖR VAR… DİKTATÖR VAR!

Yazan: Turgut Koçak 27 Ağustos 2011

Tarih, o bildik diktatörlere veda etti sayılır. Ne yazık ki, demokrasi diye diye kitlelerin sırtına binip onca eziyeti çektirenlerin diktatörlüğü hâlâ gizlenebiliyor. Hoş o klasik diktatörleri de toplumun başına bela edenler emperyalist/kapitalist sistemdir ya neyse. Emperyalistler sömürü ve tahakkümlerini sürdürebilmek için diktatörleri destekler ve iktidarda tutarlar ki, kendi istekleri de bir güzel yerine getirilsin. Hatta birçok ülkede de diktatörleri doğrudan işin başına getiren emperyalist güçlerin ta kendisidir. Tarih bu gibi sayısız örneklere tanıklık etmiştir.

Kapitalist sistemde sözü edilen demokrasi; azınlığın çoğunluğun üzerindeki diktatörlüğüdür. Kapitalist sistem zaman zaman öyle krizler yaşar ki, alışılagelen burjuva demokrasisi ile bile yönetmenin ve iktidarda kalmanın koşulları kalmamıştır. İşte o zaman da burjuvazi faşizme başvurur. Faşist diktatörlüklerin egemen olduğu kapitalist ülkelerde ise burjuva demokratik ortamda işçilerin, emekçilerin kanları, canları pahasına elde ettikleri hak ve özgürlüklerin hiçbirinden söz edilemez artık. Özetle; iktidar tekelci burjuvazinin en enlerinin kanlı diktatörlüğü olarak nitelik değiştirmiştir. Türkiye kuruluş tarihinden günümüze kadar çeşitle bahanelerle sıkıyönetim ve olağanüstü hâl yasalarıyla yönetilmiş, zaman zaman da ordu doğrudan tekelci burjuvazinin adına iktidara el koyarak faşist diktatörlüğü tesis etmiştir. Tıpkı 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbelerinde olduğu gibi.

12 Eylül 1980 faşist diktatörlüğü işbirlikçi tekelci burjuvazi için tehlike teşkil eden ne varsa ortadan kaldırmış ya da ağır baskılarla muhalefet edecek güçleri devre dışı bırakarak etkisizleştirmiştir. Uluslararası sermayenin ve işbirlikçi tekelci sermayenin isteyip de yerine getiremediği ne varsa yaşama geçirilmiş, Anayasa baştan sona değiştirilerek; uygun faşist yasalar da çıkarılıp burjuvaziye dikensiz gül bahçesi sunulmuştur. Artık sıra işçilerin, emekçilerin analarının ağlamasına gelmiştir.

Faşist diktatörlük ortalığı temizledikten sonra iktidarı yeniden altın tepsi içinde burjuva partilerine sunmuş, onlar da rahat rahat ülkeyi yönetmenin iç rahatlığı ile istedikleri gibi yönetme keyfiliğini elde etmişlerdir. Bunları zaman zaman alttan gelen dalga sıkıştırsa da yasalardan aldıkları güçle işin tıkır tıkır üstesinden gelmişlerdir. Küresel sermaye açısından geçmişin çürüyen merkez sağ partileri işlev ve güvenirliklerini yitirdikleri için çimlendirilmeye alınan AKP birçoklarının şaşkınlıkları arasında piyasaya sürülüvermiştir. İlk seçimlerde de iktidar olmuş, toplumun büyük bir kesimi açısından dinci, gerici, küresel sermayenin işbirlikçisi bir iktidar oldukları için kabullenilememişlerdir.

Küresel sermayenin elinden tutup iktidara oturttuğu AKP şimdi iktidardadır. Bunların iktidara büyük bir çoğunluk tarafından taşınması için de yapılması gereken her şey yapılmış, bütün propaganda merkezleri ve medya harekete geçirilerek istenilen sonuç alınmıştır. Şimdi bu partiyi kuranlardan birisi Çankaya’da diğeri de hükümetin başında oturmaktadır. AKP’nin 9 yıllık icraatlarına baktığımız zaman görürüz ki, gözetilen çoğunluk değil, bir avuç küresel sermaye ile işbirliği içinde olan haramzadelerdir. Böylesi bir iktidarı ayakta tutmanın zorluğu ise ortadadır. İşte o zaman imdada yetişen 12 Eylül faşist diktatörlükten kalma yasalardır ki, AKP bu yasalara dayanarak ne işçilerin emekçilerin serbestçe örgütlenmelerine, ne haklarını almak için grev yapabilmelerine olanak vermemektedir. Daha da ileri gidilirse; polis biber gazı, panzeri, copu, ağır silahlarıyla hazırdır.

Atanmayan öğretmeninden, işsiz güçsüz dolaşan ve açlığa talim eden herkese kadar durum ortadadır. Kim sesini çıkarırsa başında da güvenlik güçlerinin bittiği bilinen bir gerçektir. Bütün hak arama istemlerinin nasıl bastırıldığı ise gözleri gören, kulakları işiten herkesin malumudur. Yani Türkiye kısmi bir burjuva demokrasisi ile yönetilmekte, kısmilik bile zaman zaman keyfiliğe dönüşerek insanlar içeri alınıp aylarca sorgusuz sualsiz yatırılabilmektedir. Yani ülkemizde de öz itibari ile diktatörlük olarak niteleyeceğimiz, hatta dozu daha da fazla bir iktidar söz konusudur.

Kendilerine küresel sermaye tarafından AKP’nin kurdurulduğu iki kişi şimdi en tepededir. Abdullah Gül Çankaya’da, Recep Tayyip Erdoğan da hükümetin başında oturmaktadır. İşte bu zatı muhteremler kendi gerçeklerine bakmaksızın başkaları için diktatör betimlemesi yaparak emperyalizmin Libya’ya müdahale edip işgalini, Suriye’nin işgal edilmesini haklı göstermeye çalışmaktadırlar. Türkiye’de bunca uygulamalardan ve bölgemiz halklarına emperyalistlerin uyguladıkları zalimliğe ortak olan bu kişiler nasıl olup da aynaya hiç bakmak gereği duymazlar? Kaddafi ve Beşar Esad için akıllarına ne geliyorsa söylerler? Hem Suriye’ye giderek gerçekleri gören gazeteci ve siyasetçilerin gördüklerinin tam tersini gören göz nasıldır ki, Suriye ile ilgili konuşurken tıpkı ABD ileri gelenler gibi konuşabilmektedir? Bay Tayyip, bunca süredir Afganistan’da, Irak’ta, Libya ve öteki Arap ülkelerinde küresel sermayenin çıkarları için yapılan kıyımları nasıl olur da demokrasi kefesinde tartar ve de başkaları için “diktatör tanımlaması yapar?

Evet, dünün Salazarları, Frankoları , Batistaları ve Güney Amerika ülkelerindeki diktatörler bilinen diktatörlerdi. Ya küresel sermayenin arkasına gizlenerek her zaman diktatörden başka bir sıfatları olmayanlara ne demeli?

ÖYLE YA;

DİKTATÖR VAR…

DİKTATÖR VAR!