DİKTATÖR MİKTATÖR

Yazan: Turgut Koçak 20 Mayıs 2013

Ne tarafa baksanız karşınızda polis. İşçiler hak arayışında mı? Polis orada. Öğrenciler akademik, demokratik, özgür ve bilimsel eğitim mi istiyor? Polis; gazı, basınçlı suyu ve copuyla orada. Bir de bunlar yetmiyormuş gibi taaa Amerikalardan Recep Tayyip Erdoğan konuşuyor. Neymiş efendim, stat ve üniversitelerde polis görevlilendirilecekmiş. Niye ki acaba? Zaten statlarda polis kaynamıyor mu ki, Recep Tayyip Erdoğan kalkmış bu sözleri ediyor? Ya öğrencilerin üzerine giden kim, polis değil mi? Öyle de adamın derdi başka. Üniversitelerde polis kaynasın istiyor. Hatta derslere bile girsinler; girsinler ki, zaman zaman gaz kullanılıp öğrencilerin derslere uyumu sağlanabilsin. Yani sizin anlayacağınız polis devleti olduk, polis devleti olmasına ya yeni atılacak adımlarla işin içine tüy dikilip bırakılsın isteniyor. Ne diyelim Recep Tayyip Erdoğan’ın “ileri demokrasi” diye diye geldiği nokta bu işte. Bu kadar mı? Değil elbette.

Recep Tayyip Erdoğan’ı kim tutar? Kimse tutamıyor. Ta uzaklardan yine basını öyle bir fırçalıyor ki, tasma masma hak getire. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Avrupa Parlamentosu Sosyalistler Grubu Başkanı Swoboda ile görüşecekti ya görüşemedi. Suriye’de yaşananlar ve Reyhanlı katliamı için Erdoğan’ı suçlayıp Esad’la Erdoğan’ı aynı kefeye koymuş ya; tabi, AKP iktidarı ile geçmişi olan Swoboda da gereken çıkışı yaparak Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini yumuşatmasını istemiş. Bunun üzerine de tartışma büyüyüp çatallaşmış ve Kılıçdaroğlu görüşmeyi iptal ederek ülkeye dönmüş. Arkasından da yalaka basın koro halinde yazmışlar da yazmışlar. Aman efendim Recep Tayyip Erdoğan’a böyle denir miymiş, hiç Esad’a benzeyen yanı mı varmış? Bununla da yetinilmemiş, üstüne üstlük Başbakan bir de dava açacağını söyleyivermiş. Sütten çıkmış ak kaşık ya, kendisine yediremiyor, eleştirileri hakaret sayıyor. Oysa olup bitenler gün gibi ortada değil mi? Dünyanın dört bir yanından gelmiş katiller Türkiye’de konuşlandırılıp, silahlandırılarak Suriye’de katliam yapmak için gönderilmiyorlar mı? Gönderenler de AKP iktidarı değil mi?

Ancak bu konu ile ilgili yazdık. bu yüzden de uzatmanın yararı yok asıl konu Amerika’dan Recep Tayyip Erdoğan’ın basına bir kez daha emirler yağdırmasıdır ki, işin nerelere geldiğini anlamak açısından oldukça öğretici. Kılıçdaroğlu Recep Tayyip Erdoğan’ı katil olarak betimlemiş ya, basın ne duruyormuş, derhal bir kampanya başlatmalı ve Kılıçdaroğlu’na vermeli veriştirmeliymiş. İnsan kendisinin söylediklerini olağan karşılamaya başlarsa demek ki, karşı eleştirileri bir türlü içine sindiremiyor. Bir düşünün Recep Tayyip Erdoğan’ın hakaretleri öyle yenilir yutulur cinsinden mi? Şereften girip alçak ve hainlikten çıkan kendisi değil mi? Ya insanların inanç ve etnik kökenleri ile ilgili söyledikleri ne oluyor ki?

Neyse bu boyalı basına tasma bile az gelmiş olmalı ki, Recep Tayyip Erdoğan yetinmiyor. Daha çok, daha çok karşıtlarımla ilgili karalama haberleri yapmalısınız diyebiliyor. Boyalı basının da maşallahı var sesi sedası çıkmıyor. Esasen bütün patronlar susuyor. Hem niye konuşsunlar ki, iktidara getirilen işbirlikçi AKP iktidarı patronların çıkarını sonuna kadar savunmuyorlar mı? Niye çıkıp da durup dururken; “12 Eylül öncesi bizim anamız ağladı, bundan böyle de işçilerin anası ağlasın” desinler ki? Kim maşa dururken ateşi eline alıp elini yakmak ister ki? Bu yüzden de boyalı basının patronları ve gazeteci bozuntuları çıtlarını çıkarmadan yerlerinde oturup duruyorlar işte. Daha yakın zamanda yaşadığımız Milliyet Gazetesi olayını nasıl unutabiliriz ki? Derya Sazak neyle karşılaştı, nasıl tutum aldı görmüyor muyuz? Bu yüzden de bu boyalı basın patronlarına ve gerçekten de tasmalı gazetecilere Recep Tayyip Erdoğan’ın söyledikleri az bile diyeceğiz ya; işin iç yüz hiç de göründüğü gibi değil. Başbakan’ın asıl kafasının takıldığı nokta “basın hürdür, sansür edilemez” tanımlamasıdır. Gerçi o ne edip ediyor ne basının hürlüğünü bırakıyor ne de sansür edilemezliğini ya, olsun bu bile az geliyor Başbakan’a. İstiyor ki, basın yazacaksa sadece kendisinin boyunu, bosunu ve başarılarını yazsın. Çizmeden yukarı da çıkmasın. Verdiği emrin nedeni budur.

Şimdi gelelim Burhan Kuzu’ya. Burhan Kuzu TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ya, bunca bilgi ve görgüsüne dayanarak; “Parlamenter sistem yıllardır anamızı belledi” diyor. Koalisyonları eleştiriyor, seçimlerin ve muhalefetin gereksizliğine parmak basıyor ve başkanlık sistemine geçilmesini işaret ediyor. Aslına bakarsanız Burhan Kuzu ve partisinin muradı Türkiye’de işlerin daha iyi yürütülmesi kaygısından kaynaklanmıyor. Burhan Kuzu ve partisi Türkiye’de öyle bir sistem istiyor ki, o sistemde kimse gıkını bile çıkarmasın, Recep Tayyip Erdoğan padişah buyruğu ile ülkeyi kuzuların yardımıyla kuzu kuzu yönetsin. Ne günlere kaldık diye sormayın, sorarsanız zaman kaybedersiniz. Artık AKP iktidarı açıktan açığa faşizmi uygulayabileceği ve amaçlarını da kuzu kuzu gerçekleştireceği günlerin öngününe gelip dayanmış. Bizler ya AKP’yi gerisin geri; geri süreceğiz ya da gerçekten de çok geç olacak çok.

İçimizdeki öfke büyüyor. Her taraftan diktatör miktatör tanımlaması yapıldığını duyuyoruz. Öyleyse öyledir. Madem tanı konulmuştur, unutmayalım en ölümcül hastalığın bile ilacı vardır. Recep Tayyip Erdoğan’ın padişah olma hastalığının da ilacı geniş emekçi yığınlarının harekete geçirilmesi ve padişahlık hastalığının bünyeyi iyice sarmadan engellenmesidir.

Hastalığın nedeni bellidir, işbirlikçi tekelci sermayenin kapitalist sistemi.

AKP iktidarı bir urdur, bunun nedeni de kapitalist sistemdir.

Kapitalist sistemin yenilgiye uğratılması ile urların bünyeden operasyonal bir şekilde kesilip atılabileceğini de unutmamak gerekir.