Yazan: Turgut Koçak 1 Ağustos 2014
Devrimciliğin alfabesi olur mu diye soruyorsanız bence olur. Çünkü ne yaparsanız yapın yaptığınız şeyin bir alt yapısı olacak. Eğer alt yapısı yoksa emek verdiğiniz bütün çabalarınız boşa gidebilir. Bu yüzden de diyorum ki, devrimciliğin hele hele sosyalistliğin alfabesi kesinlikle vardır. Günümüzde emek vermek, konuyu enine boyuna özümseyip anlamaya çalışmak zor olduğu için sol ve sosyalist tarafta olan kimseler de sağcıların aksine onca okumalarına kafa yormalarına karşın yine de bir düşün tembelliği içindedirler. Karşılarına bir sorun ya da sorunlar yumağı çıktığında hemen tepedekiler bu konuda ne diyor acaba diye düşünürler. Oysa sol ve sosyalist anlayışta olanların herhangi bir konu ile ilgili çözüm arayışları kolektiftir, yani kolektif olmak zorundadır. Oysa öyle olmuyor, bakıyorsunuz bir örgütün en tepesindeki kişi örgüt arkadaşları ile bir konuyu tartışıp ortak akılda buluşmaksızın kendi düşüncelerini pat diye söyleyiveriyor. Madem böyle olacak o zaman be insanlar ne diye bir örgüt içinde buluşuyor ve birlikte davranmaya karar veriyorsunuz? Çekin gidin, nerede nasıl davranacaksanız davranın.
Ancak inanıyorum ki, bu kolaycılık tek taraflı değil. Bir örgüt çatısı altında buluşanlar istiyorlar ki, benim adıma da en tepedekileri karar versin, ben de ona uyayım. Çünkü insanın düşünce üretmesi ve o doğrultuda savaşması aynı zamanda da sorumluluk istiyor. Sol ve sosyalist solda yer alan pek çok kimse düşün tembelliğinin yanında sorumluluk da almak istemiyor. İşler iyi giderse ne iyi, yok gitmezse; o zaman da tepedekileri günah keçisi yaparsın olur biter. Peki, siz solculuğun ve sosyalistliğin alfabesinde böyle bir şeye rastladınız mı hiç? Rastlayamazsınız çünkü yoktur.
Cumhurbaşkanı seçimleri ile solcuların ve sosyalistlerin alfabeye bir kez daha gereksinimleri olduğu ortaya çıktı. Çünkü bu konuda solun tepesine tüneyenler bildiklerini okuyarak kendi kafalarından geçenlerin en devrimci olduğundan öylesine eminler ki, söyledikleri ile yaptıklarının ne kadar örtüştüğüne kafa bile yordukları yok. Üstelik böylesi kararları alırlarken kendilerinin dışındaki sol ve sosyalist sol ne düşünüyor diye bakmadan da özgün bir düşünce sahibi de özgün bir karar sahibi de olamıyorlar. Eğer bir sol ya da sosyalist örgüt bir karar almışsa diğerleri de ondan aşağı kalmamak için daha sert bir kararda ısrar ediyorlar. İşin kötüsü bu alınan kararların örgütsel bir ortaklıkla da ilgisi yok.
Alfabe dediysek boşuna demedik. Bir kez işin şakası yok, sistemle savaşıyorsanız onun maddi zeminini hazırlamak zorundasınız. Egemen güçler bu son cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak sınırlar getirmişler. Her şeyi bir yana bırakalım diyorlar ki, aday göstermek için parlamentoda en az yirmi milletvekili cumhurbaşkanı seçilme özelliklerini taşıyan birini aday gösterebilir. Sol ve sosyalist solun böyle bir gücü var mı? Olmadığı ortada. Kürt hareketinin böyle bir gücü var, onlar da bu gücü kullanıyorlar ve Selahattin Demirtaş adayları. Selahatin Demirtaş’ın ikinci tura kalamayacağını onlar da iyi biliyor bilmesine ya onların kendi amaçları açısından cumhurbakanı seçimini değerlendirmeleri gerekiyor, değerlendiriyorlar da… Tabi kimileri Kürt Hareketine solculuk ve hatta sosyalistlik misyonu yüklese de bunun böyle olmadığını cümle cihan biliyor. Bu durumda HDP bile birinci turda kendi adayına oy isterken ikinci turda ne yapacağı konusunda belirsizliğini koruyor. Daha doğrusu HDP’liler de açıktan açığa Recep Tayyip Erdoğan’ı destekliyoruz diyerek içlerinde bulunan solculara ne oluyor dedirtmemek için dolaylı olarak “Boykot” diyerek Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi için görevlerini yerine getirecekler…
Ya peki, sol ve sosyalist solda yer alan ve seçimleri değişik savlar ileri sürerek boykot edip sandığa gitmeyenlerin yaptıkları nedir? Onlar da ne söylerlerse söylesinler ne yazarlarsa yazsınlar Recep Tayyip Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürerek seçilmesine olanak sağlıyorlar. Biz hiçbir zaman boykot yapılamaz demiyoruz. Boykotun koşulları varsa elbette yapılır ve egemen güçlerin oyununa daha fazla fırsat verilmeyerek iktidar kavgasına tutuşulur, sonuçta da iktidar egemen güçlerden alınarak geniş halk yığınlarının kurtuluşu doğrultusunda bir yığın değişikliklere gidilir.
Gerçeklerle gerçek olmayanı birbirine karıştırdığınızda ise bir başarı kazanamayacağınız gibi bedelini de misliyle ödersiniz. Sol ve sosyalizmin alfabesinden haberdar olanlar boykotun hangi koşullarda yapılacağını da hiç kuşku yok ki, iyi bilirler. Oysa durum özeti nedir? Durum özeti; Recep Tayyip Erdoğan’ın tek adamlık yolunda faşist diktatörlüğe adım adım gitmesidir. Üstelik 12 yıllık iktidar döneminde neler sergilediğini, nasıl bir kimlik ve kişilikle de karşı karşıya olduğumuzu saymaya bile gerek duymuyorum. Bu durumda boykot diyerek faşizme geçit verilmemesi için gerekeni yapmayacak, daha ileri sözler ederek kılını bile kıpırdatmayacaksın sonra da kalkıp sol ve sosyalistliği de kimseye bırakmayacaksın. İşte bu olmadı. Sizler taraftarlarınızı balon sözlerle şişirseniz bile sonuçta balon balondur, balonun balonluğu da birisinin çıkıp iğneyi batırdığı zamana kadardır ömrü.
Artık konuşulması gereken şeyin konuşulmasının zamanı geldi.
Buradan çağrı yapıyorum, sol ve sosyalist sol her şeyi bir kez daha düşünmeli ve Recep Tayyip Erdoğan’ı hep birlikte Çankaya yolunda durdurmalıyız.
En somut devrimcilik bugün bu gerçeğin etrafında toplanmaktır.
Yoksa devrimcilik taslayarak dolaylı olarak faşist tanımlaması yaptığımız birinin Çankaya’ya çıkışına onay vermek devrimciliğin ve sosyalistliğin alfabesini hiç bilmemektir ki, 10 Ağustos’ta, ikinci tura kalınırsa 24 Ağustos’ta gelip geçer, bizler de çay akar bilmem kim bakar hesabı gözümüzün önünden gelip geçen Recep Tayyip Erdoğan’ın Führer’in SS’leri ve SA’ları gibi IŞİD’çılarını daha çok konuşuruz çok…