Yazan: Turgut Koçak 11 Nisan 2012
Deniz Feneri yolsuzluğu Türkiye’nin gündemine düştüğü andan bu yana iktidar her yolu deneyerek manevra üstüne manevra yapıyor. Davanın Almanya ayağının sonuçlanması sonrasında kanıtların Türkiye’ye getirilmesinin geciktirilmesi mi dersiniz, RTÜK Eski Başkanı Zahit Akman’a Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sahip çıkarak yargının önünü kesmesi mi dersiniz, nihayet tutuklanıp içeri konulduktan sonra haklarında soruşturma yapan üç savcının HSYK tarafından görevden alınıp bizzat savcıların hakkında soruşturma açılması ve 10 yılı geçkin bir ceza istenmesi mi dersiniz, Tutuklu sanıkların tamamının serbest bırakılması mı dersiniz, yeni görev verilen savcıların Deniz Feneri sanıklarının hakkındaki suç vasfının değiştirilerek yeni bir iddianame hazırlanması mı dersiniz, özetle; her yola başvurularak hem hakim ve savcılara hem de Türkiye’de yaşayan yurttaşların hepsine; “bakın görün biz ne istersek onu yaparız” yönünde susturma mesajı vermek mi dersiniz hepsini hepsini kısa bir süre içinde yaşayıp bugünlere geldik.
Bu denli açıkça işleyen “hukukun üstünlüğü” nü görüp de Türkiye’deki yargının kimin vesayeti altında olduğunu görememek olası mı? Bu denli kaba yöntemlerle yargıya müdahale eden AKP iktidarı ve bu iktidarın başı Bay Tayyip’i bütün bu yaşadıklarımızdan sonra nasıl bir değerlendirime tabi tutmak gerekiyor acaba? Bugüne dek besleme yazılı ve görsel basının yağcılığı altında geniş halk yığınlarının sindirilmesine tanık olarak bugünlere geldik. 12 Eylül 2010 tarihinde bir referandumla değiştirilen Anayasa’nın 25 maddesinin sonuçlarını hemen değiştirilmenin arkasından yaşamaya başlamamız anayasa değişikliği için çırpınan AKP iktidarının amacının ne olduğunu anlamaya aklımız yetmedi mi?
Bu gerçekler ışığında düşündüğümüz zaman ülkemizde bunca zamandır yargıçlık ve savcılık yapanların suskunluğunu ise nasıl yorumlamalıyız dersiniz? Tıpkı 12 Eylül faşist darbesini gerçekleştirenlerin hukukunun işlerlik kazandığı günlerde görevde olan yargıç ve savcıların kendi görev ve yetkileriyle ilgili olarak gıkını bile çıkarmamalarıyla bugün AKP iktidarının yargı üzerinde kurmaya çalıştığı ve de büyük ölçüde kurduğu baskının sonucunda yargıda işlemeye başlayan keyfiliğin benzerliği içselleştirilip sessiz sedasız oturulup beklenebilir mi? Koskoca ülkeden hiç mi sorumluluğunu bilen ve bu sorumlulukla olup bitenlere karşı çıkmayı göze alabilecek yargıç ve savcı kalmadı mı? Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim kılıç’ın son gelişmelerle ilgili sözleri manidar olmasına karşın, aynı zihniyeti büyük ölçüde savunduğu için bütün yargı mensupları üzerinde ne kadar etkili olabilir açıklayabilir miyiz?
Demek ki, günümüzde her davaya göre savcı ve yargıç gerekiyor. Çünkü iktidar biliyor ki, özellikle siyasi davaların başının boş bırakılması iyi sonuç vermeyeceği düşünülmüş olmalı ki, yargıda bu kontrolü sağlayacak mekanizma yeni HSYK ile bir güzel sağlanmış durumda. Daha önceki siyasi davalarda sanıklara karşı kale gibi bir tutum göstererek sanıkları yıllardır tahliye etmeyen mahkemelerin kurulları nasıl oluşturulduysa, sanıkları tahliye edilecek davaların savcı ve yargıçları da aynı anlayışla oluşturuluyor. Öyle olmasaydı Deniz Feneri Davası’nda suç vasfının ağırlığı Zahit Akman ve arkadaşlarının tahliyesine meydan vermeyecek denli kanıtlarıyla ortadaydı. Dava dosyasını hazırlayan üç savcı bu yüzden görevden alındılar. Alınmakla da kalmayıp haklarında müfettiş soruşturması ve adli soruşturma başlatıldı. Şimdiyse 10 yılı geçen ceza istenmektedir. Peki, yerlerine atanan savcılar nasıl olmuştur da onca kanıta karşın davadaki suç vasfını değiştirebilmişlerdir dersiniz? Yargının nesnelliği bu mudur? Yargı suça göre mi dava açar sonuçlandırır, yoksa sanığın kimliğine ve kimlere yakın olduğuna göre mi?
Sonuç olarak pek çok konuda olduğu gibi Deniz Feneri Davası’nda da yargının halk nezdinde iyi izlenimler bırakmadığı açıkça belli olmuştur. Mustafa Balbaylardan Yalçın Küçük’e, Tuncay Özkan’dan Doğu Perinçek’e ve daha pek çok kişiye karşı adaletli olmayı bir kenara itmiş yargı nasıl olmaktadır da iş Deniz Feneri Davası sanıkları; Zahit Akman ve arkadaşları için daha “adaletli” olmayı seçebilir? Almanya’da asrın soygunu olarak nitelenen bir dava nasıl olur da Türkiye’de basit bir görev hatasına dönüştürülerek üstü kapatılmak istenir? Şimdi biz sormaz mıyız bu davanın atanan savcılarına sizin uyguladığınız hukuk başka bir hukuk mu diye? Daha da önemlisi Türkiye’de siyasi iktidarın çivisi çıkmıştır. O siyasi iktidar ki, Türkiye halkının iradesiyle iktidar olduğunu söylerken uygulamada Emperyalist ABD’nin iradesini yaşama geçirmek için koşuşturup durmaktadır. Suriye bunun en açık kanıtıdır. Diyoruz ki, iktidarlar gelip geçicidir. Yargıyı bu denli ele ayağa düşürenler unutmasınlar ki, yaptıkları hesap Bağdat’tan dönmeyecek, yaptıkları yanlarına kâr kalacaktır. Deniz Feneri Davası Türkiye açısından bir marangoz hatası olarak değil, tarihe bir balta gerçeği olarak geçecektir. Çünkü ortada olağan bir eksiklikten değil, açıkça istismardan söz etmek olasıdır. Bu yüzden ister siyaseten sorumlular, ister görevleri nedeniyle görevlerini layıkıyla yapmayanlar oturup bu gerçeği bin kez düşünmeli ve öyle davranmalıdır. Artık bir gerçek bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmış bulunmaktadır. Sorabilirsiniz Deniz Feneri neremizi aydınlatıyor diye, gerek kalmadı, çünkü Deniz Feneri yamuğu olanların her yerini evet her yerini aydınlatıyor.
BİZDEN BU GERÇEĞİN GÖSTERİLMESİ. GERİSİ SİZE KALMIŞ…