Yazan: Turgut Koçak 24 Haziran 2024
Sağcılık bellekleri karman çorman eden bir düşünce anlayışına sahip. Yerine göre bunlar geçmişin de, geleceğin de savunucuları kesilmek gibi bir yöntemi çok da güzel savunup kafaları bulandırdıkları gibi bazılarının gelecekle ilgili söylemleriyle de kafalarına ayar çekmenin ustasıdırlar. Erdoğan ilginç bir kişiliktir. İşi gücü geçmişe atıp tutmaktır. Bunu yaparken verdiği bir ileti de yoktur fakat hamle olarak değişimi savunuyor gibi göründüğü için de çokları için yaslanacak duvardır. MHP geçmişle şamanın ötesinde politik bir sava bile sahip değildir ama kendi geleceklerini de bir yerlere yamanmakta gördükleri için Erdoğan’a yamanmakta bir çekince duymamışlardır duymazlar da. Çünkü bunlar devletin sırtında kene gibi yapışmış bir asalaktırlar aslında. Başka bir deyişle halkın kanını emen sülüklük politikası onların tek seçeneğidir.
CHP’ye gelince onun yol haritası daha da ilginçliklerle doludur. 1950’li yıllardan sonra 1969’lara gelindiğinde CHP çizgisini az sola kıvırmış bir parti olup hem solculuğun verdiği iletiyle hem de diğer sağcı ve gerici partilere göre modern yaşamın savunucusu olarak görüldüğü için “değişim’ CHP için önemli bir politik hattır. Üstelik de onca zaman iktidar yüzü görmediği için de kitlelerin gözünde yaraya merhem olarak düşünülebilmektedir.
31 Mart seçimleri Özgür Özel ve tayfasının üstün becerileri ile kazanılmış bir seçim değildir. Çünkü CHP’de kim olsaydı durum değişmeyecekti CHP yine birinci parti olacaktı. Çünkü halk artık iktidarın önüne koyduğu vurgun ve soygun siyaseti sonrasında ekonominin geldiği yerde kendisinin durumunu daha iyi görür olmuş ve de iktidar partisine sarı kart göstererek seçimini CHP’den yana yapmıştır. Bu yüzden de iki de bir boğuk sesiyle meydanlarda bağırıp çağıran ve de bakın biz geçmişteki gibi durmuyoruz mitingler yapıyoruz bağlamında sözüm ona bir eylemlilik içindedir fakat halkın da artık bu tür gördümcülüklere karnı toktur. Çünkü CHP’nin değişimci siyaseti gelip Erdoğan’ın tam da istediği yere gelip toslamıştır. Bunca olumsuzlukların partisi AKP ve saray iktidarıyla ilk iş arayı düzeltme yoluna girmiş olmasıdır ki halk böyle bir şey istemiyor zaten. Halk daha çok soluk alacağı bir yaşamın peşindedir ve CHP-AKP yakınlaşmasında hele de Erdoğan’ın gölgesinde siyaset meyline halkın tahammül bile edeceğini asla düşünmemek gerekir.
CHP dış politika konusunda da Batıcı bir çizgi dışında bugüne kadar söylediği bir şey yoktur. Oysa AKP gerçekte su katılmamış bir Amerikancı partidir ama yerine göre de Doğu yanlısı gözükerek zevahiri kurtarma peşindedir. Ukrayna sorununda da CHP açıkça emperyalist dünya ile birliktedir ama bunu kapalı bir şekilde ifade ettiği gibi emperyalizmin maşası olan Zelensky’yi tutacak kadar da gerçeklerden kopuk bir politikanın çamuruna batmış bir partidir. AKP ise Batıcılığını geçersek yukarıda dile getirdiğimiz gibi su katılmamış Amerikancı bir partidir. Örneğin Filistin konusunda ne AKP’nin ne de CHP’nin Batı’nın düşüncesinin aksine göze çarpan bir politikası yoktur. AKP işi hamasi çıkışlarla götürme peşinde herkesin söylediğini biraz daha sert söylerken Filistin’i açıktan açığa tanıma konusunu bile gündem yapmamaktadır.
CHP’de laiklik konusunda bile dobra dobra dobra olmadığı gibi tarikat ve cemaatleri bile eleştirmek ve üzerine gitmek konusunda o kadar istekli değildir. Aynı tartışmalar dışarıya yansıtılmasa da AKP içinde de yapıldığı bilinmektedir. Son normalleşme ve yumuşama politikaları bu kadar gündemimizi aldığına göre ve bu yolda ilerlenilecek gibi görüldüğüne göre CHP’nin değişimci çizgisinin de AKP’nin atacağı adımlar da sermayenin çizdiği sınırların dışında bir yol değildir.
Batı’dan kopuş söz konusu bile edilmediği gibi AKP emperyalist dünyanın gölgesinde emperyalist lige adım atma gayretleri içindeyken buna firen koyacak şeriat anlayışlarına ödün verecek değildir ama dinci gerici ve faşizan eğilimi de bırakacak bir parti değildir. Düzen partileri sermaye düzeninin tekerine çomak sokacak kadar akılsız olmadıkları bilinmeyen bir şey değildir. Bu yüzden de düzen partileri kapitalizme sonuna kadar kopmaz gevşemez iplerle bağlıdırlar.
1950’li yıllar toplumsal açıdan durağan yıllardır. 1960’lı yıllarla birlikte yine direksiyonun başında Adalet partisi olmasına karşın toplumdaki hareketlilik gözle görülür derecede bir gerçekliktir. Öyle ki 1971 Mart ayına gelindiğinde asker iktidara el koymuş, kısa süre içinde de bir umut olarak Ecevit öne çıkarılmıştır. Yalnız 1970’li yıllara baktığımız zaman sol ve sosyalist çevrelerden oldukça belirgin bir direniş ağı oluşturulmuş, solun ve sosyalistlerin önü ise Türkeş-Erbakan—Süleyman Demirel’in oluşturduğu Milliyetçi Cephe hükümetleriyle önü kesilmeye çalışılmıştır. Sonrasını zaten biliyoruz 12 Eylül Askeri faşist darbe yerini almış. Toplumsal durağanlık ise Kenan Evren ve Özal’la sürdürülmek istendiyse de 1990’lı yıllardan sonra bu durağanlık yerini hareketliliğe bırakmıştır. İşçiler eylemli bir yol izlemeye başlamış, Kürt sorunu daha bir tartışılır olmuş, İslami hareketler yükselişe geçerken kontrgerilla bağlamında operasyonlar gelmiştir arkasından.
Değişim sözcüğü ile CHP’nin sandalının nereye çekildiği bellidir. Ancak belli olan bir şey daha vardır ki o da dipten gelen dalgaların sesinin artık duyuluyor olmasıdır. Yoksullaşma zirvededir, deprem bizlere önemli dersler bırakmış ve bırakmaya devam ediyor. Çürümenin dayanılmaz noktasındayız.
Toplum gözle görülür devinim içindedir. Bu nedenle Partimiz Türkiye Sosyalist İşçi Partisi mücadelenin asli unsurlarından birisi olarak kendisini konumlandırmalı ve toplumda bilinç yitimine ve bellek kaybına neden olacak her şeyin karşısına dikilmelidir. Dikilmeliyiz.