Yazan: Turgut Koçak 6 Ekim 2011
Bay Tayyip bir uçak dolusu yandaşı ile Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gitti ya, çokları sanıyordu ki, ülke yararına bir dizi ticari ve kültürel anlaşmalara imza atıp dönecek. Öyle olmadı tabi. Güney Afrika Cumhuriyeti gezisinin nedeni belli oldu. Daha önce dile getirdiğimiz gibi Güney Afrika Cumhuriyeti BM’de Suriye’ye yaptırım getirilmesi yolunda oy kullanmadığı gibi Kürecik’te konuşlandırılacak olan füzesavar sistemine de Rusya, Çin, Hindistan ve İran’la birlikte karşı çıkmıştı. Öyle sanıyoruz ki, Bay Tayyip’in ayağının tozuyla Güney Afrika Cumhuriyeti’ni boylamasının nedeni de buydu. Bay Tayyip Güney Afrika Cumhuriyeti gezisinde bu konuyu da gündeme getirmiş, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin BM’de kendileri gibi davranmamış olmasından dolayı üzüntülerini ifade eden bir açıklama yapmak gibi hiç de diplomatik olmayan bir yöntemle konuyu gündeme getirerek eseflerini bildirmişti.
Başbakan’ın dünyanın ta öbür ucundan “demokrasi” kaygısıyla hareket ederek Suriye’ye veryansın etmesi gerçekten de gözlerimizi yaşarttı. Ne demişler, “körle yatan şaşı kalkar”. Bay Tayyip de Amerika ile iş göre göre iyice onlara benzedi. Dünyada demokrasi ve insan hakları ile ilgili en çok konuşan ve bu iki konuyu kullanarak başka ülkelere müdahale etme hakkını kendisinde gören emperyalist ülkelerin başında Amerika gelmektedir. Oysa kendi ülkesinde demokrasinin D’sinden bile söz etmenin olanağı yoktur. Açlığın, yoksulluğun, her türlü polis baskısının kol gezdiği ve en çok insan haklarının ihlal edildiği bir ülke olan Amerika nasıl olmaktadır da sayısız ülkeye “demokrasi” götüreceğini ve insan haklarını bahane ederek o ülkelere karşı işgal dahil her türlü yaptırımı uygulayabilmektedir? Önceki gün Amerika’da başlatılan gösterilere polisin tavrı çok açıktır. Zor kullanmanın yanında 700 göstericinin tutuklanmış olması ABD’deki demokrasinin ne menem bir şey olduğunu gözler önüne sermektedir. Göstericilerin attıkları sloganlara ve taşıdıkları pankartlara baktığımız zaman doğrudan kapitalizmin eleştirildiğini, bankacıların Nazi olduğunun söylendiğini görmekteyiz. İşte Amerika’da “Amerikan Baharı”nı başlattıkları izlenimi veren bu gösteriler nasıl olmaktadır da yönetim tarafından hemen boğulmak istenmektedir? Yine o göstericilerin dile getirdikleri gibi ABD’de halkın %99’u bir avuç küresel sermayenin elinde inim inim inletilmekte, halkın %99’unun sesi olduklarını ifade eden göstericilere göz açtırmak istenmemektedir.
Peki, bizim ülkemizde durum nedir?
Parasız eğitim istedikleri için içeri atılan ve örgüt üyesi oldukları savı ile 15 aydır içerde tutulup haklarında 15 yıla kadar hapis cezası istenen iki öğrencinin durumu demokrasi kapsamında değil midir? Örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde örgütlenip GENÇ-SEN’i kuran öğrencilerin örgütlerinin kapatılmış olmasına ne denilmelidir? Ne zaman öğrenciler ve işçiler hak isteminde bulunmak için bir gösteri yapsalar polis zoruyla karşılaşmakta, polisin kullandığı güç doruk noktasına ulaşmaktadır. Keyfi tutuklamalar ve gözaltılar 12 Eylül dönemini bile sollamışken, Bay Tayyip’in demokrasi havarisi kesilmesi nasıl bir oyunun sahneye konulmak istendiğini göstermektedir? İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Şeref Akçay’ın yaşadıkları ile ilgili olarak emekliliğini istemesi ve bu istemin anında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nunca (HSYK) kabul edilmesini nasıl okumak gerekiyor? Şeref Akçay bilindiği gibi Ergenekon Davası’nda sanıkların bırakılmasını isteyen bu doğrultuda diğer iki yargıcın kararına muhalefet şerhi düşen yargıçtır. İşte o yargıç tutup şöyle bir açıklama yapıyor. Ben böyle bir yönde tutum belirlediğim için mahkemenin üyeleri ve diğer meslektaşlarım bana selamı sabahı kestiler. Bu durumu hafife alabilirsiniz, ancak bu durumun hiç de hafife alınacak bir yanı yoktur. Bu durum idarenin faşizan tutumunu bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir. Üstelik de böylesi tutumlar yargıda yaşanıyorsa durum çok daha vahimdir.
Türkiye haksızlıkların, baskı ve zulmün, yoğun yaşandığı bir ülke olmasına karşın Bay Tayyip de tıpkı Amerika gibi davranarak “demokrasi” nutku atıp durmakta, buradan kalkarak da Suriye’ye müdahale edilmesi gerektiği yolunda hemen her gün esip yağmaktadır. İş bu kadarla kalsa iyi. Suriye sınırında başlatılan tatbikat doğrudan savaşın ayak seslerine işaret etmektedir. Savaş, hele de haksız savaş açıktan bir insanlık suçu olmasına karşın Bay Tayyip hangi güce ya da güçlere dayanarak savaş suçu işlemeyi göze alabilmektedir?
Ülke kamuoyunun İsrail konusunda duyarlılığını değerlendirmek isteyen Bay Tayyip son günlerde konuşmalarının önemli bir bölümünü İsrail’e ayırmakta ve sözümona İsrail’in haddini bildirmeye yeltenmektedir. Güney Afrika cumhuriyeti gezisinde İsrail konusunu da gündeme getiren Bay Tayyip, Mısır – Filistin arasındaki tünelden tank geçmez, füze geçmez diyor haklı olarak. İsrail’in nükleer silaha sahip olduğunu belirterek komşular için tehlike olduğunu söylüyor bu da doğru. Ancak Küreciğe kurulması için Amerika ile yapılan füzesavar üssü anlaşması hiç de Bay Tayyip’in haklı sözlerinin içtenliğini doğrulamıyor. Yani kurulan füzesavar üssü doğrudan İsrail’in korunmasını, komşularımızınsa hedef alınmasını amaçlıyor. Bu yüzden de Bay Tayyip’in Suriye çıkışı baştan sona yanlıştır. Bu yanlışa bile bile destek verenlerin durumu ise kolay kolay affedilecek bir durum değildir.
Türkiye ABD emperyalistlerinin bir eyaleti değildir. Dolayısıyla kimse ABD’nin bölgede taşeronluğuna soyunamaz. Soyunacak olanlardan da bu işin hesabı erinde gecinde bilinmeli ki sorulur. Mecliste Küreciğe kurulması için ABD ile imzası atılan füzesavar üssünün bile kamuoyuna açıklananlarla ilintisinin olmadığı anlaşılmıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun düştüğü durum suçüstü yakalanmanın ta kendisidir. Biz çoğunluğuz, istediğimizi yaparız görüşünde olan AKP sanmaktadır ki, demokrasi böyle bir şeydir. Ancak çoğunluk her zaman çoğunluk değildir. Öyle zamanlar vardır ki, azınlık çoğunluğun ta kendisidir.
Biz sosyalistler bu yüzden de söylediklerimizle hem çoğunluğun isteklerini dile getiriyoruz hem de tartışmasız çoğunluğuz.
Bu gerçeği kimse unutmaya kalkmasın. Sonra hesabı Bağdat’tan döner.