Yazan: Turgut Koçak 13 Mart 2015
Dün günlük yazımı yazdıktan sonra dostlardan biri telefon ederek: “Niye 12 Mart faşist darbesiyle ilgili yazı yazmadın” diye sordu. Yazarım falan diye geçiştirdimse de sözü geçen dostumu kırmak istemedim. Bu yazı tam anlamıyla bir 12 Mart yazısı olmayacak ama olaylar arasında bağ kurmak açısından da öğretici olacak diye düşünüyorum.
Bilindiği gibi 12 Mart 1971 faşist darbesi farklı bir şekilde gerçekleştirildi. Kimine göre sol gösterip sağ vurdu, kimine göre ise kafaları baştan sona karışık olanların gerçekleri görememesi sonucunda bu darbenin halk düşmanı sonuçları yaşandı. İşin gerçeği ise özet olarak şudur. Mevcut yönetim yönetemez konumdadır. Bu yüzden de bu gidişe bir dur demenin zamanı gelmiştir. Sermaye güçleri açısından raydan çıkan trenin raya konulması için gereksinim duyulan bir rejime gerek vardır, bu da NATO’ya bağlı görev yapan ordu tarafından gerçekleştirilmiştir. Sonuçları açısından ele alındığında ise tam anlamıyla sola ve sosyalistlere yönelik bir sindirme ve yok etme olayıdır ki, bu yolda canlarımızı idam sehpalarında ve sürek avlarında yitirdik. İşkencelerde canlarından can koparılanlarımız oldu. Özetle sol ve sosyalist güçler bu faşist darbenin bedelini çok ama çok ağır ödediler.
Gelelim 12 Eylül faşist darbesine. Bu dabenin gelişi de sonuçları itibariyle yaşattıkları da çok açıktı. 2 milyona yaklaşan gözaltısıyla, işkencehanelerde inim inim inletilen binlerce devrimcisiyle, sosyal yaşamı bitirme yolunda uygulamaları, idamları, sürgünleri, insanları işinden etmesi ve ülke genelinde akıl almaz baskısıyla tarihe bir utanç belgesi olarak kazındı.
Sonrası darbelerden ağızları yanan sol ve sosyalist çevreler işler biraz yoluna girer girmez öyle bir darbe karşıtı kesildiler ki demeyin gitsin. Gazeteler darbelerin ne kadar kötü olduğunu yazdı. Televizyonlara çıkanlar aynı şeyleri konuştu, sokaklarda imzalar toplanıp darbe karşıtlığı gece gündüz halka anlatılmaya çalışıldı. Kötü mü oldu derseniz, yok kötü olmadı da toplum bir şeyi konuşurken içinde yaşadığı anlarda ayağının altından nasıl toprağın kayıp gittiğini gözden kaçırdı. Çünkü konuşulan şey varsa da yoksa da darbe olduğu için mevcut yönetim nasıl iktidar oldu, bu iktidar nereye doğru gidiyor, yaptıkları demokrasi ile örtüşüyor mu üzerinde her nedense hiç durulmadı. Hatta geçmişte solcu, yeni döneminde liberaller fitili AKP’den yana ateşledikleri için AKP’nin iktidara gelişi ve sonraki uygulamaları birçoklarınca demokratik bile bulunarak AKP’ye az destan düzülmedi.
12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 faşist darbesi sırasında dişleri kilitlenen basın bir şey yazmazken öyle bir darbe karşıtı kesildi ki, gören görmeyen bunları devrimci bile sanabilirdi. Aslına bakarsanız öyle de oldu. AKP iktidarı ordu vesayetini kaldıran bir iktidar olarak göklere çıkarılırken bu parti tarafından yığınlara karşı uygulanan politikalar görmezden gelindi. AKP iktidarı adım adım amacı doğrultusunda yol aldı. Demokratik hak ve özgürlükler budandı.
Kullanmak isteyenlere polis şiddeti uygulandı. Yargının iktidarın denetimine girmesi için olmadık değişiklikler yapılarak yargıya doğrudan müdehalenin yolu açıldı. Devlet kadrolarında öyle bir kadrolaşıldı ki, AKP’lilerin dışındakilere soluk alacak alan bile bırakılmadı. Atamalar, terfiler AKP’nin kadrolaşma anlayışına uygun olarak yapıldı. Yani işin özü devlet gün gün ele geçirilerek AKP faşizminin bayrağının en tepeye dikilmesi için her yola, her boyaya girildi.
Vurmalar, kırmalar, ağır yaralamalar, öldürmeler, olmadık şiddet uygulamaları olağanlaştı. AKP’ye elinde bulundurduğu güvenlik güçleri yetmedi yandaşlar sokağa çağrılarak birilerini tepeleme sinyalleri verildi. Unutmayalım; Ali İsmail Korkmaz’ı öldüresiye döven ve ölümüne neden olanların içinde esnaflık yapan kimseler de yer aldılar. Öyleydi ki, esnaflar artık hem polisti, hem yargıydı, hem de sözümona mahallenin bekçileriydiler. Recep Tayyip Erdoğan öyle diyordu çünkü. Sendikaların işlevsizleştirilmesi, çalışma yaşamının cehenneme çevrilmesi, çalışanlara akıl almaz ücretler verilerek onları açlığa mahkum etmek, toplumu yoksullaştırarak sadaka toplumu haline getirmek, eğitimi yobaz ve halk düşmanı bir hale getirerek bir sürü kafası kırık kimseyi eğitimci diye Milli Eğitim bakanlığı kadrolarına doldurmak hep ama hep AKP iktidarının işiydi. İnsanların en önemli hakları sağlıklı yaşama hakları olmasına, çalışanların prim ödemelerine karşın sağlık hizmeti ticarileştirildi ve herkesten her hizmet için para alınmaya başlanarak insanların sağlıklı yaşama hakları yok sayıldı.
Yani uzatmayalım 12 Eylül 1972 faşist darbesinin üzerinden 44 yıl, 12 Eylül 1980 faşist darbesinin üzerinden 35 yıl geçmiş olmasına karşın bu iki faşist darbe hep konuşuldu ve de hep yazıldı. Ancak, AKP’nin iktidara gelişini hazırlayan koşullar, bu iktidarın nasıl ülkemizin başına bela edildiği, adım adım hangi amaca yürüdükleri çok az konuşuldu ve de çok az yazıldı. Hatta bu iktidarı demokrasi gülü olarak görenler bile oldu. Anlayacağınız AKP’nin bütün yolları deneyerek, nasıl gerici ve faşist bir darbe gerçekleştirdiğinin farkına bile varılmadı.
Şimdi soruyoruz:
DAHA KAÇ 12 MART
DAHA KAÇ 12 EYLÜL
DAHA KAÇ AKP İKTİDARI
Bu ülkede daha kaç kez faşizm yaşanacak ki gerçekleri doğru analiz ederek; halk düşmanlarına hak ettikleri dersi verip onurlu bir yaşam sürdüreceğiz buyurun konuşun!