ÇÜRÜMENİN KOKUSU

Yazan: Turgut Koçak 20 Eylül 2020

Kapitalizmin 2008 yılında yaşanan buhranını korona virüs salgını ile birlikte çok daha etkili ve katlanmış olarak yaşıyoruz. Salgın başlarında zaten durgun olan ekonomi virüs salgını ile birlikte çok daha ağır seyreden bir burhana sürüklenmiş oldu. Salgın başlarında kapitalist ülkelerin aldığı tedbirler bir ölçüde de olsa umut ışığı yakar durumdaydı fakat gelinen noktada artık tünelin ucunda ışık mışık görünmez oldu.

Yani kapitalizm artık insanlığın hiçbir sorununu çözecek durumda değildi bundan sonrasında da çözecek durumda değildir.

Her ne kadar kapitalist dünyanın savunucuları ve ideologları kapitalizmin içine düştüğü durumu salgına bağlayarak üzerini örtmek isteseler de artık mızrağın çuvala sığmadığı hemen herkesçe görülür hale gelmiş bulunuyor. Salgın nedeniyle sistemi savunanlar, yapacak bir şeyin olmadığını söyleyerek yığınların uyanmasını engellemeye çalışsalar da gerçekler kendisini ekonominin küçülmesi ile ortaya koyduğundan ister istemez iş bu noktaya geldiği için de susmayı daha yeğ buluyorlar. Üretim araçlarının özel mülkiyeti kesintisiz artı değer üretmeye ve kâr elde etmeye ayarlı olduğundan işin içinden çıkılamıyor ve çürümenin kokusu burunların direklerini yıkıyor.

Biliyorsunuz kapitalizm yığınları sürekli olarak tüketime yönlendirdiği için bu yönde yapılan propaganda amaçlı reklamların da etkisi ile yığınlar durumları ne kadar zorda olursa olsun yine de alışveriş hastalığına yakalanmışçasına AVM’leri dolduruyordu. Salgın nedeniyle ekonomik yıkım her yönüyle kendini gösterdiği ve de yarının ne olacağı belirsizleştiği için tüketim isteği de büyük ölçüde ortadan kalkıverdi. İnsanlar zorunlu gereksinmeleri dışında pek çok şeyi almaz oldular. Kapitalizm zaten gereksinimi gözetmeksizin aşırı üretim yaptığı için bunalımlar yaşıyordu, şimdi ise bu bunalım üçe, beşe, ona katlanmış durumda. Bugün salgına karşın kapitalist sistem her şeyi göze alarak üretime devam ediyor. Alım olmadığı için dolayısı ile aşırı üretim arttıkça arttı. Salgının bitmesi ve yeniden yığınların deli gibi tüketime başlaması için tünelin ucunda ışıkta görülmediğinden bunalımlar sistemi nereye kadar taşıyacak hep birlikte görüp yaşayacağız.

Bugün trilyonlarca dolar çok az bir kesimin elinde. Bu dolarlar sanıldığı gibi yatırıma falan da harcandığı yok. Durumu salgına bağlayanlar olsa bile bu görüşün doğru olmadığı belli belli besbelli. Örneklendirecek olursak AB ülkelerinde sabit sermaye yatırımları 2016 yılında GSYH’nin yüzde 19,7’sine denk gelirken, bu oran 1996 yılında yüzde 21 olarak gerçekleşmişti. Bu yatırımların da neredeyse yarısı inşaata harcandı. Bizdeki inşaat harcamalarını ise konuşmaya bile gerek yok. Çok önemli bir bölümü ise silahlanmaya harcanmış olup tüm dünyada sabit sermaye yatırımları sürekli olarak aşağı doğru bir iniş seyri izlemiştir. Finansal dış varlıklar ve yükümlülükler ise sürekli olarak yukarı çıkış göstermektedir.

Bu durumda finansal birikim görülmemiş bir düzeyde artarken bu sonuç gereği piyasada aşırı diyebileceğimiz dalgalanmalar yaşanıyor. Banka mevduat ve kredileri, hisse senetleri, bonolar 1980’lerde 12 trilyon dolar iken bu rakam 2007 sonunda küresel finans varlıkları toplamı 196 trilyon dolar yani GSYH’i yüzde 55 trilyon dolar oluyor. Bu rakamlarda gösteriyor ki küresel finans varlıkları 16 kat, GSYH ise 5 kat artmış oluyor. Bugün gelinen noktadaysa bu rakamların büyük oranlara ulaştığını zaten biliyoruz.

İşçi sınıfının değerli öğretmeni Lenin, 20. Yüzyılın başında tekelci kapitalizmi çürüyen ve asalak kapitalizm olarak tanımlamasındaki saptamayı doğru anlamak ve değerlendirmek gereklidir.

Bütün bunlarda bize mali sermayenin egemenliğini gösteriyor.

Salt bu yüzden üretimle hiçbir ilişkisi olmayan asalak bir sınıfın türediğini görmekteyiz.

Bugün gelinen nokta en uç noktadır. Dünyanın birkaç ülkesi ve bir avuç zengini emperyalizme bağımlı ülkelerin son damlasına kadar kanını emmektedir.

Bugün ülkemizde kapitalizmden kaynaklanan çok ağır koşullar yaşanıyor. Dış borçlar astronomik olarak artmış durumda. Paramızın değeri dolar ve Euro karşısında düştükçe düşüyor. Bu da ister istemez faiz yükünü akıl almaz bir şekilde arttırıyor. AKP ve saray iktidarı ise bütün bu sonuçları yurttaşa dış güçlerin bir komplosu olarak sunuyor. Dolayısı ile hemen her gün milliyetçi şoven duygular kabartıldıkça kabartılmaya çalışılıyor.

Ancak iktidarın ne yaparsa yapsın inandırıcılığını yitirdiğini görüyoruz.

AKP ve MHP’liler bile gidişattan memnuniyetsiz olduklarını açıklamaya başladılar. Halkın mırıltılar artıyor. Geniş halk güçleri, işçi ve emekçiler artık eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar.

Bu da bizlere tarihsel bir görev düştüğünü açıkça gösteriyor.

Artık kimse çürümenin ağır kokusunu ciğerlerine çekmek istemiyor…