Yazan: Turgut Koçak 29 Ekim 2020
Ülkemizde Cumhuriyete karşı dinci ve sağ siyasi çevreler hep kuşku ile bakmışlar ve yeri geldiğinde de Cumhuriyet düşmanları ile birlikte davranıp bugüne gelinceye kadar zaman zaman kesilse de hep mücadele içinde olmuşlardır.
Cumhuriyete karşı olanlarla mücadele edenlere baktığımız zaman onların içinde de özüne değin gerçekleri kavrayıp Cumhuriyet karşıtlarına hak ettikleri dersi verdikleri söylenemez. Süreç içerisinde öyle bir noktaya gelinmiştir ki Cumhuriyet’ine yığınların belleğinde tam olarak ne anlama geldiği de silinip gitmiştir. Durum bu olunca da Cumhuriyetin savunucuları ortalıkta olmayınca sözünü ettiğimiz kesimler meydanı boş bulup dinci, gerici, kapitalizmin sömürü ve soygun isteğine yanıt veren iktidarlar zincirinin önü bir türlü kesilememiştir.
Öyle bir konuma gelinmiştir ki Cumhuriyetin en kararlı savunucuları bile süreç içinde kendilerini cumhuriyetçi sayan pek çok çevre ile ayrışmak gereği duymuşlardır. Tarihsel gelişmeye baktığımız zaman Mustafa Kemal Atatürk’le Cumhuriyetin özdeşleştirildiğini görürüz. Gerçekte de durum böyledir. Çünkü Cumhuriyetin kuruluşunu hazırlayan günlerde de, Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaştırılıp kazanılmasından sonra da olaylara haklı olarak damgasına vuran kişi Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Gerçi zaman zaman Mustafa Kemal Atatürk dışında Mustafa Kemal ve arkadaşları olarak bazı isimler anılsalar da bu kişilerin hemen tamamında Cumhuriyete renklerini verecek ne kararlılık ne doğru dürüst bir dünya görüşü ne de rejimi sürdürecek denli bir yüreklilik söz konusu değildir.
Kuşkusuz bunları dile getirirken cumhuriyetin ne kazanımları olmuştur gibisinden burun kıvıran bir havada değiliz. Zaten biz sosyalistlerin Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze cumhuriyetle onca bedel ödemiş olmamıza karşı bir sorunumuz da olmuş değildir. Bu yüzden de cumhuriyetin kazanımlarının yine de en kararlı savunucuları sosyalistler olmuştur.
Sosyalistlerin sistemle hesaplaşmaları elbette olmazsa olmazlarıdır. Bu gerçek iyi bilindiği için her fırsatta genç cumhuriyet de sosyalistlerin tepesine binmekten an bile geri durmuş değildir. Cumhuriyet kendisini ifade ederken Laik, sosyal bir hukuk devleti olarak ifade ettiğinden ve eğitim, sağlık hizmetleri vb. konularda sosyalistlerce desteklenmiştir.
Türkiye II. Paylaşım Savaşı’na girmediği halde o dönemin iktidarlarına baktığımız zaman duruma göre faşizan bir işleyiş öne çıkarılırken, duruma göre de savaşı kazanana göre politika izlendiği de bir gerçektir. Hele Savaşın bitiminden sonra emperyalist Batı ile askeri, siyasi ve ekonomik bağlamda bütünleşmeye kapı aralandığı için Türkiye’nin yepyeni bir yola sokulduğu da ayan beyan ortadadır. Amerika ile yapılan İkili Anlaşmaların tarihi Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden öncedir yani işin başında İsmet İnönü ve arkadaşları vardır. Salt 1940’lı tarihlerden sonra 1950’ye kadar kaç sosyalist parti kapatılmış ve yöneticileri cezaevlerini boylamıştır iyi biliriz.
1950’den sonra ise yine hedefe konulan komünistler olmuş, tevkifatlar birbirini izlerken Menderes ve Celal Bayar iktidarı da Türkiye’ye ABD’nin bir eyaleti gibi düşünmeye başladıklarından ekonomik anlaşmalardan tutun da askeri anlaşmalara Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesinden NATO’ya girmesine kadar say say bitiremeyeceğimiz deyim yerindeyse Cumhuriyetle de hesaplaşma anlamına gelen pek çok acı şeyler yaşanmış. Cumhuriyete karşı olan kesimler asıl amaçlarını gizleseler de Cumhuriyet yanlısı görünenlerin de şekli yanlı görünmenin ötesine geçen bi politikaları söz konusu değildir. 1960 – 1970 yılları da aşağı yukarı yine sağın egemenliğinde ve dinci ve milliyetçi akımların hız kazandığı bir dönem olmuş dolayısıyla milyonlarca yurttaşın belleğinde onca olumsuzluklara karşın cumhuriyet ve Atatürk yine de günümüze kadar yaşatılagelmiştir. 1980 -1990 yılları da aşağı yukarı aynı özellikleri taşır. 1990 -2020 yılı 29 Ekim gününe kadar da değişen bir şey olmamış Cumhuriyete karşı tehlikenin dozu daha da artarak devam etmiştir.
Cumhuriyet’e karşı dinci, gerici, faşist çevrelerin hesaplarını anlıyoruz. Yalnız ortada bir gerçeklik daha var. O gerçeklik de Cumhuriyet’in şekli yanına ve şekli olarak hem de coşkuyla kutlanmasına taraf olan geniş bir kesim var. Bu kesimleri dünden bugüne incelersek bunlarla ne Cumhuriyet kurtarılabilir ne de Cumhuriyet’in kazanımları. Hoş bugün kazanımları da kalmış değildir fakat bu gerçeklerin de yığınlara doğru anlatılması gerekir.
Türkiye’de sermaye güçlerinin dinci, gerici, faşist çevrelerle bir sorunları olduğu söylenemez. Çünkü bu kesimler biliyorlar ki şu andaki sistem işlerine gelmekte kazançlarına kazanç eklenmektedir.
Sistemle sorunu olanlar işçiler, emekçiler daha genişleterek söyleyecek olursak geniş halk yığınlarıdır.
Eğer cumhuriyet savunulacaksa ki savunulmalıdır, savunulması da ancak sınıf mücadelesini başat alan sosyalist bir anlayışla başarıya ulaştırılır ki ancak o zaman dinci, gerici, faşist ve sahte cumhuriyet yanlıları yenilgiye uğratılır, arkasından da yepyeni bir cumhuriyete ulaşılmış olur.
Yoksa bu ülke sözde biraz Atatürkçü görünen, dinsel anlayışı biraz da arka plana almış laiklik elbisesi giymiş sağcı, milliyetçi kesimlerin parti üstüne parti kurarak karmaşa yarattıkları bir ülke haline gelir ki biz sosyalistler bunlara da meydanı boş bırakmamalıyız derim o kadar…