BUYURUN BAKALIM

Yazan: Turgut Koçak 31 Ağustos 2014

Medyanın gülü mü desek, yoksa ilgi odağı mı? Politikaya atıldığı günlerde bol espirili sözler duyardık kendisiyle ilgili de, adam boş ver sende bizim insanlarımız sanatçıyı seviyor der geçerdik. Bu kişi ile yanyana görünmek isteyenler mi dersiniz, kendisinden imza almak için itişip kakışanlar mı dersiniz, “sizin de bir sırrınız olsun” diye espri patlatanlar mı dersiniz ne bileyim valla hepsi oldu. Sonra bu kişi İmralı ziyaretlerinin vazgeçilmezi haline geldiği için oradan mektup getirir mektup götürmeye başladı ve o mektuptaki iletileri de yığınlara o okuyup insanları o coşturdu. Gezi gösterilerinin ilk gününde kendisini Taksim’de gördük. Böğrüne bir gaz fişeği yedi ve bil cümle basın kendisinden söz etti. Taraftarlar polisin bu saldırısı ile ilgili olarak neler yazıp neler söylemediler. Tabi herkes devamının geleceğini sandı. Bir de baktık ki, tıs yok. Ne olmuştu, nereye gitmişlerdi dünün BDP’lileri bugünün HDP’lileri anlayamadık. Açıklama geldi de konunun içyüzü de anlaşılmış oldu. Meğer bu Gezi gösterilerinin arkasında ulusalcılar, Kemalistler ve faşistler olduğu için katılmaktan vazgeçmişlermiş. Sonlara doğru farklı şeyler oldu ama bir kez olan olmuş atı alan Üsküdar’ı geçmişti.

İşte o kişi yani Sırrı Süreyya Önder televizyon kanallarına çıkıp MİT Başkanı Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olmasını çok istediğini dile getirdi. Arkasından da; “solcuların istihbarat temsilcisinden biri için böyle şeyler söylemek sıkıntılı bir durumdur ama ben istiyorum” diyerek görüşlerini belirtti. İnsanda bu denli gelişkin espri yeteneği olunca iş bu kadarla kalmıyor ki, bu kez de Adıyamanlı ve Türk olduğunu, tedavi gördüğünü söyleyerek başka bir tartışmaya da kapı araladı.

İnsan kendi içinde tutarlı olmayınca birileri çıkar otur oturduğun yerde seni Cihangirli deyip kulağını büktüğünde ise bir iki hık mık derken boğazdan o büyük lokma da yutuluverir. Tıpkı HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün kem küm diyerek yuttuğu gibi.

Neyse ilginç bir ülkeyiz vesselam. Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş seçim kampanyası boyunca herkesin hoşuna giden sözler etti. Popülist söylemin dozunu o denli arttırdı ki, hiç olmayacak çevrelerin bile sempatisini kazandı hatta onlardan oy bile aldı. Hele meydanlarda Recep Tayyip Erdoğan’a Berkin Elvan’ın annesini yuhalattığı için yaptığı eleştiriler yok mu bir başka kabul gördü. Gezi’de katledilen çocuklarımızın devam eden duruşmalarına da katılarak orada da yaptığı açıklamalarla; “ne oluyor bu Selahattin Demirtaş’a” dedirtti.

Ne yazık ki, seçimler bitti, Recep Tayyip Erdoğan seçimlere katılımın düşüklüğü nedeniyle de oyların %51,7’sini alarak ilk turda Cumhurbaşkanı seçildi. Günler Recep Tayyip Erdoğan’ın yoğun eleştirileriyle geçti. Anayasa, hukuk mukuk takmadığı için özellikle CHP tarafından Erdoğan’a karşı yoğun eleştiriler yapıldı. Bu kısa süreci birkaç demeçle geçiren HDP, yemin töreni gelip çattığında mecliste yerini aldı. CHP’nin katılmadığı yemin töreninde Recep Tayyip Erdoğan’ın yemin etmesiyle birlikte Selahattin Demirtaş’ta öteki milletvekilleri de ayakta alkışladılar. Doğal olarak bu durum HDP bileşenleri içinde yer alan bay bayan solcularımızı üzdü ama bu konunun üzerinde daha büyük tartışmalar da olmadı. Ancak bir söz vardır eskilerden kalma. Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar diye ya, işte o hesap meydanlarda doğruyu söyleyen Selahattin Demirtaş’a ne olmuştu da eleştirdiği Recep Tayyip Erdoğan’ı bu kez yemin töreninde ayakta alkışlıyordu acaba?

Bize göre bu konu salt “çözüm süreci” ile açıklanacak bir şey değildir.

Haydi, yemin törenine katılmamanız gerekirdi ama diyelimki katıldınız, alkışlamanız gerekmiyordu ama diyelim ki alkışladınız da, ya peki, ayakta alkışlamanıza ne buyurulur?

Güç karşısında hızaya gelmek mi desem, eziklik psikolojisinin insanda yarattığı travma mı desem var kesinlikle bir haltlar da bana ne onu da HDP’de palavra sıkıp duranlar düşünsünler…