Yazan: Turgut Koçak 27 Kasım 2020
Dünyada korona virüs salgının rüzgârı dalga dalga bütün dünyayı vurmaya başlayınca bu salgından yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Dünyanın her yanında salgın görülüyordu ama bizim ülkemizde ancak 20 Mart 2020 tarihinden sonra konuşulmaya başlandı. Belli ki insanlık bu salgından yakasını kolay kurtaracağa benzemiyordu. Ölenlerin ve hastalığa yakalananların sayısı çığ gibi arttı. Bu salgınla birlikte de pek çoğumuz pek çok şeyi tartışıp konuştuk. Kimimize göre bu salgın kimseyi ayırt etmiyordu, kimimize göre de dünya bu salgınla birlikte belki de sosyalizmle tanışacaktı.
Bunlar konuşulurken o zaman da söyleyeceklerimizi söyledik, yazacaklarımızı yazdık. Evet, salgın affetmiyordu ama olanakları olan bu işten tabiki de yakalarını kolay sıyıracaktı. Ya sosyalizm çıkarsamasını yapan iyi niyetlilere ne denebilirdi ki? Salgın yine yoksulların göğsüne çökmüş Azrail gibi canlarını alıyordu. Yine yoksullar işsiz kalıyor, yoksulluğun tüm acılarını onlar çekiyordu. Durmadan pompalanan korku ve çaresizlik o denli yaygın bir şekilde işleniyordu ki yoksulluktan sesini çıkaramayan milyonlar ölüm korkusuyla da hepten yelkenleri indirmiş durumdaydılar. Kim demişti ki bundan sonra insanlık kapitalizmle yönetilemez diye?
Tersine ülkeler birer birer daha da otoriter bir rejimlerle tanışıyor, zaten otoriter olan rejimlerin neredeyse tamamı faşist diktatörlükle ülkelerini evire çevire yönetiyorlardı. Kimsenin aklına da ne eşit paylaşımın, ne hakkın, hukukun ve adaletin geldiği yoktu. Huzur bekleyenlerin huzuru kuş olup uçup gitmişti. Canıyla sınanan insanların yüreğine korku salmak için sadece ve sadece bizim ülkemizin yöneticilerinin aklına gelen şeyse polisiye tedbirlerden öte bir şey değildi. İşsiz kalan, aç olan kimseler gitsinler evlerinde otursunlardı. Kendilerine biçilen ücretle yetinip patronların oyuncağı haline gelsinler ki iş beğenmemek, ücreti az bulmak neyimiş görsünlerdi. Başka kapitalist ülkelerde hiç değil git evinde otur denilen kimselere devlet para yardımı yapmıştı yapmasına da bizde durum hiç de öyle değildi. İktidarın uzun zamandır yardım ettiği bir kitle vardı yardım ediyoruz diye yine 1000’er lira onlara koltuk çıkıldı. Geri kalanlara ise bankalardan kredi alarak idare etmelerinin yolu gösterildi. Yani sizin anlayacağınız bankalardan kredi alarak borçlanan yığınlar günü gelince borçlarını ödeyemediklerinden belleri daha da büküldü. Kimsenin işi iyi gitmiyordu. Esnaf kapıya kilit vurmuş, işçi işinden atılmış, bir kısmı da 1035 TL’ye talim edecek hale getirilmişti.
Şimdi salgın tavan yaptı. İşyerleri kapandı, milyonlar işlerinden oldular. Üstelik de ülkede ekonomik bunalım vardı ki bunun üstesinden de nasıl gelineceğinin yolunu iktidar buldu. Tepesine balyozla vurulup oturtulan halka bu kez de acı reçetenin karşılığı ödetilecekti.
Sağlık çalışanları birden aklımıza geldi. Onları çok seviyorduk. Onlar bizim her şeyimizdi. Sonra unuttuk onları. Hak ettiklerini ödemeyen iktidarın sağlıkçılara karşı yapıp ettiklerini bile göremez olduk. Onlar çok çalıştılar çok da yoruldular. Gördüler ki dertlerine bir çare yok bu kez de “Yönetemiyorsunuz, tükeniyoruz” dediler. Tükendiler de. Özel hastanelere gün doğru. Korona virüsle savaşma yolunu seçmediler fakat bu hastalıktan epey para kazanabilirlerdi. Öyle de oldu. Bir virüs testini bile yurttaş 500 liraya yaptırmakla kalmadı yanına neler eklendi neler.
İktidar gözümüzün içine baka baka ölümleri bile saklar oldu. Hasta sayısı mümkün olduğunca az olarak açıklandı fakat başta TTB olmak üzere diğer sağlık personeli örgütleri her şeyi biliyordu. Onların açıklamaları ile iktidarın açıklamaları hiçbir zaman birbirini tutmadı. Alınması gereken tedbirler es geçildi. Virüs yayıldı neredeyse kırıma dönüştü. Hastaneler ana baba gününe döndü. Doktorlar hasta seçer hale geldiler. Böyle giderse hastaneler tepeleme dolacak kimseye de hizmet verilemeyecekti. Yığınlar işten atılmaktan korktukları kadar virüsten korkmuyorlardı. Pek çok insanın çalıştığı fabrikalarda virüs yayıldıkça yayıldı. Ekonomi herkesin belini bükmüş insanlar kuru ekmeğe muhtaç hale gelmişlerdi ama biz bu gerçeklerden çok başka başka konuları tartışıyorduk. Bahçeli ve partisi önümüze mafyayı sürdü. İktidar demokrasiden, hukuk reformundan söz etti. Mafya konuşunca anladık ki hukuk reformu değil meğer hukuk deformu yapılacakmış. Erdoğan, akıl almaz bir şekilde CHP ve Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu yargıya müdahale etmekle suçladı. Yani bunlar olacak iş değildi ama bütün bunlar bize kimi olacakları çağrıştırmaya yetti.
Bir gerçek bir kez daha anlaşıldı ki kapitalizmin artık insanlara verebileceği hiçbir şey yoktu. Kapitalizmin zalim ve kanlı yüzü bütün canavarlığı ile karşımızdaydı. Kapitalizmin çarkı zaten dünde böyle dönmüştü şu yaşadığımız korona virüs salgını günlerinde de.
Öyleyse gerçekçi olmak gerekti. Gerçekçi olmak ise kapitalizme son vermekti. Kapitalizme son verip sosyalizmi kurmadan insanlık için rahat yüzü yoktu. Bu yüzden de kapitalizm mi sosyalizm mi seçeneğini kitlelerin önüne capcanlı bir şekilde koymamız gerekiyor Bunun için de sinmiş, korkuya kapılmış yığınları sindikleri yerden çıkarmak ve partimiz Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ne katılmalarını sağlamak zorundayız.
Olmazsa, başaramazsak mı?
O zaman da her evden bir cenazenin çıktığı korku günlerine döneriz.
Seçim hepimizin…