BU NASIL BİR EGO?

Yazan: Turgut Koçak 5 Temmuz 2020

Yapılmaması gereken o kadar çok şey var ki bunları hiç çekinmeden yapanları eleştirdiniz mi yer yerinden oynuyor. Bu kişiler iktidar gücüne de yaslanarak ülkede istedikleri gibi at oynatmaya kalktıklarından ortaya gerçekten de ilginç sonuçların çıktığını görüyoruz.

TELE 1’e 5 günlük ekran karartma cezasını RTÜK kesti ya TELE 1 yöneticileri bile bu cezanın neden kesildiğini bilmedikleri için sandılar ki Abdülhamit’i eleştirdikleri için böylesi ağır bir ceza geldi kendilerine. Sonra durum öğrenildi ki her şey ama her şey bambaşka. Meğer Cemil Kılıç Diyanet için din devleti kurma yönünde Diyaneti eleştirdiğinden ve Recep Tayyip Erdoğan’ın TRT’de Kuran Okuma yarışmasında resminin tepesinin üstüne yansıtılan Allah yazısı ve oradakilerin sanki Erdoğan ordaymış gibi el pençe divan durdukları için eleştirmiş ve demiş ki “benim inancımla Erdoğan’ın inancı farkı”.

İşte bunun üzerine RTÜK’e talimli atanan ve bağlılık dışında hiçbir liyakatleri olmayan AKP üyeleri ve MHP’nin çoğunluğu ellerinde bulundurulmaları hesabı ile basmışlar cezayı. Hem böyle denilirken bir de kestirmeden halkın kin ve nefrete teşvik edildiğini eklemişler ki demeyin gitsin. Hani bundan sonra AKP ve yandaşları bu tür silahlara çok ama çok sarılacaklar gibi gözüküyor.

Aynı yolun yolcuları oldukları için durum hiç değişmiyor. Kendilerine yönelik eleştiriler ya hakarete giriyor, olmadı kişi ya da kurumun manevi şahsına yönelik aleni aşağılamak olarak bu da mı olmadı, bu kez de halkı kin ve nefrete teşvik etmek gibi daha aklınıza gelebilecek pek çok komik suçlama devreye girerek herkesin ağzına fermuar çekilmek isteniyor. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi boyalı çaya boyalı, hileli peynire hileli denilmesini bile önlemek için adamlar yasa çıkarmaya kalkışıyorlar ki işte bu yüzden iktidarın ülkede neler yapabileceğini kestirmek gerçekten de güç.

Elinizi nereye atsanız çürümüş. Bu çürümüşlük yüzünden de bazı iktidar sahiplerinde gerçekten de vicdan micdan kalmamış. Şu Hendek’te patlayan ve 4 kişinin ölümüne, 3 kişinin kaybına onlarca işçinin de yaralanmasına sebep olan durum gerçekte nedir? Alınması gereken tedbirlerin tartışmasız alınmamasıdır. Çünkü daha önceden de aynı fabrikada benzer patlamalar yaşanmış, bu son toptan havaya uçma olayı ise adeta geliyorum dediği halde hiçbir tedbir de alınmamıştır.

Hani büyük bir acı yaşanmış, yaşamını yitiren işçiler var. Yaralananlar neredeyse çalışanların tamamının sayısına denk. Sanki bunların hiç birisi yaşanmamış gibi bizim Müslüman İş Adamları olarak bildiğimiz, onlar kendilerini gizlemek için Müstakil İş Adamları Derneği ismini kullanıyorlar ya bu patron kuruluşu kendilerinin üyesi olan patrona moral yemeği vermişler. Oysa durum nedir? Bu fabrikada çalışan ailelerin birçoğunun evine ateş düşmüştür. Böyle bir anlayışa sahip olan kimselere ne söylense bence azdır. Çünkü görülüyor ki kendilerine Müslüman diyemedikleri için Müstakil sıfatı koyanların vicdanları işte bu kadar belli belli besbellidir.

Hani bunları sadece bir biz mi görüyor ya da ne bileyim kendi canımızdan olmasalar da işçilerin böylesine bir katliama kendi canımıza gelmiş gibi acı duyarken bu çevreler niye olayı sadece ve sadece “Allah’ın takdiri” demeye getiriyorlar dersiniz? Haydi, patronları ve patron kuruluşları ile birlikte sermaye iktidarlarını geçelim, işçiler göz göre göre böyle bir felaketi yaşadıkları halde neden haklarını savunmak için daha yürekli davranmaktan uzak dururlar. Yoksa bu işçiler kendileri için sınıf olmadıkları için mi böylesine bir teslimiyete kolaylıkla sarılıp seslerini çıkarmazlar. Şimdi acı büyük ama sormam gerekiyor böylesine geliyorum diyen ölenlerin, kayıpları ve pek çok yaralı olan bu cinayet gibi kazada işçiler ve işçilerin yakınları yaşadıklarını protesto etmek için sokağa inmeleri gerekmez miydi? Olay Diyanet İşleri Başkanı’nın 2 işçinin cenaze namazını kıldırdığı için şükre dönüşecek bu durum mu yaratıyor ortada?

Evet, ben ne yapayım böyle durumlarda hep Nazım Hikmet devreye girip dizeleriyle gerçeği gözlerimizin önüne seriyor tamam da ey bu ülkenin işçileri, emekçileri size sınıf bilinci veremediğimiz dolayısı ile sizler de kendiniz için sınıf olmadığınız için mi bu belaları yaşıyorsunuz? Artık gerçeği açık açık konuşmak gerekli. Bence sahi siz o fabrikanın patronu musunuz? Sabah işe giderken, evinize dönerken, sofranızın başında kendinizi patron sayıp da böbür böbür böbürlendiğiniz oluyor mu yoksa işçi olduğunuzun evet, işçi olduğunuzun dibine kadar farkında olduğunuzu sanki bizler bilmiyor muyuz?

Biz sosyalistler her defasında dönüp dönüp kendimize bu ülkenin işçilerine, emekçilerine sınıf bilincini götüremediğimiz saikiyle etmediğimiz bırakmadık. Kimimiz yaşamından oldu, kimimiz işsiz kaldı, kimimizin bilmem kaç yılı cezaevlerinde geçti, kimimizin gördüğü işkenceleri anlatmaya bile utanıyoruz da sahi siz niye kendinize ben neyim sorusunu bile sormayacak kadar tozpembe bir dünyada yaşıyorsunuz?

Bu yazı Nazım’sız olmaz.

Alın öyleyse Nazım’ın şiirini bir kez daha okuyun ki belki aynaya bakmış gibi olursunuz kim bilir?

“Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”