Yazan: Turgut Koçak 21 Mart 2013
Nihayet Ergenekon Davası savcısı bu davadan yargılananlarla ilgili olarak mütalaada bulundu. Ta başından beri bu davanın yürütülmesini eleştirdik ve de eleştirmeye devam ediyoruz. Ancak hüküm verilse ile bu hükmün uygulanamayacağı da bütün gerçekliği ile ortadadır. Çünkü olup bitenleri yakından izleyen biri olarak ne böyle bir istemde bulunulmasını ne de var olan sözde kanıtlara dayanılarak herhangi bir hüküm verilmesini olanaklı görmüyorum.
Bu davanın özü hiçbir şekilde darbe yapmaya kalkışmanın cezalandırılması değildir. Çünkü bugüne dek ülkemizde yapılan darbelerin hemen tamamının arkasında ABD ve NATO vardır. Dolayısı ile darbe; neden yapılarak yargılamayı bu boyutlara sıçratmanın özünde ABD’ye ve uluslararası sermayeye verilen sözler yatmaktadır. Çünkü ne ABD ne de NATO kendisine karşı çatlak sesler çıkmasını istememektedir.
Son otuz yıldır ordu içinden de ABD’nin politikalarına karşı çıkıldığı ve NATO’nun eleştirildiğini görmekteyiz. Bu yüzdendir ki, ABD ve NATO kendisine karşı olanların tasfiyesine gidilmesi için her yola başvurmaktadır. Bugün, Fethullah Gülen hareketinin kimin kontrolünde olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Buradan açıkça ilan ediyoruz ki, Fethullah Gülen hareketi Amerika’nın hizmetindedir. Dolayısı ile yargı ve emniyet içinde örgütlenen bu hareket yasal sınırları çoktan boşlayarak keyfi bir şekilde emperyalizme ve kendilerine karşı olanlara karşı savaş açmış bulunmaktadır. Bugün Ergenekon Davası ve öteki davalar bu anlayış çerçevesinde yürütülmekte ve sonuçlandırılmak istenmektedir.
Bu davada Prof. Yalçın Küçük’ten Doğu Perinçek’e kadar pek çok kimse hakkında ağırlaştırılmış cezalar istenmektedir. Ayrıca daha pek çok kimsenin de durumu aynıdır. Bu yüzden bu davaya ve bu davanın sonuçlarına karşı çıkmamak demek bize göre açıkça ikiyüzlülüktür. Bu davada yargılananlara karşı yapılan haksızlığı görüp de nasıl olsa bizden değildirler diye görmezlikten gelmek açıkça bir yanılgıdır. Hatta yanılgıdan da öte ABD operasyonuna dolaylı katılmaktır da diyebiliriz. Bu davanın başlangıç aşamasından geldiği aşamaya kadar ortaya koyduğu gerçek dış güçlerin ülke politikasını ve adaletini ne denli etkilediklerini göstermesi bakımından öğreticidir. İşbirlikçi AKP iktidarı böylesine bir uygulamanın doğrudan sorumlusudur. Bu denli hukuksuzluğun yaşandığı bir ülkede TBMM’nin görevinin fazladan bir anlamı kalmamıştır. AKP iktidarı her türlü keyfi uygulamayı aklına nasıl eserse uygulamakta; gerektiğinde meclisi devre dışı bırakabilmektedir. Bununla birlikte mecliste oynanan oyun göstermelik bir parlamenter demokrasiden ibarettir. Keyfine göre Amerikan radarını Türkiye’ye kurdurtan, yabancı askerlerin ülke topraklarına konuşlandırılmasına olanak veren, Suriye’ye karşı savaş hali uygulayan, patriot füzelerini güney kentlerimize yerleştiren bir anlayışın keyfiliğinde nasıl demokrasicilik oynanıyorsa Ergenekon ve öteki davalarda da aynı oyun oynanmaktadır. Bu durumda mecliste bulunan muhalefet partilerinin varlığının bir anlamı kalmamıştır. Eğer bu uygulamalara karşın başta CHP olmak üzere hala mecliste anayasa ve çeşitli kanunların çıkarılması için AKP’ye aksesuar oluyorlarsa sorun çok daha ağırdır. CHP haydi diğerlerine yeteri kadar sahip çıkamıyor kendi milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’a bile sahip çıkamıyor ve oldubittileri sineye çekiyorsa bilinmelidir ki, CHP de bu uygulamaların bir parçasıdır. Bu davanın bu şekilde seyretmesi bile yeri yerinden oynatacak bir karşı devrim hareketidir. Dolayısı ile işin içinde şu var bu var diyerek tepki gösterilmemesi devrimcilik ve solculuk açısından bir çıkışsızlıktır.
Bize kimse olup bitenleri kabul ettiremez. Amerikancı komplolara karşı çıkmamak aynı zamanda devrimci ya da sol bir yapının kendi varlık nedenini kendi eliyle ortadan kaldırması demektir. İlkeleri olan bir sosyalist yapı her zaman gerçeklerin yanındadır. Bu davadaki gerçekse bizim olup bitenleri karşı çıkmamızı gerektirmektedir o kadar.