Yazan: Turgut Koçak 28 Mayıs 2022
Evet, ülkemizde kime mikrofonu uzatsanız sanırsınız ki halk artık çok uyanıp çok çok da politikleşmiş. Ama gerçekte öyle midir? Nerde o konuşanlar bile gerçekte kurtuluşu başkalarından bekler, kendi adına iş yapacak kahramanlar arar.
Kendisi hep politikanın dışında kalmakta ısrarlıdır. Bu yüzden de başına bütün belaları bu yüzden alır.
Dedik ya herkes mırın kırın, herkes battık çıktık teranesine sarılmış. Bu pencereden baktığınızda sanıyorsunuz ki ibre gittikçe politikleşme yolunda olunduğunu gösteriyor. Oysa ortada iktidarı dizginleyecek doğru dürüst bir adım atılmadığı gün gibi ortada. Sanırız bu durumda aldanıyoruz ya da bu konuda konuşan veya yazanların bilgisi tam değil eksikli. Çünkü niye derseniz politikleşmiş bir halk yeri yerinden oynatır, koşullar elverdiğinde de politik öncüsüne yani partisine omuz vererek devrim bile yapabilir.
Ne ders çıkaracaksak doğal olarak yaşadıklarımızdan çıkaracağız da acaba çıkarıyor muyuz? 12 Eylül öncesi politikleşirken halkı da politikleştiren bu ülkenin işçi, aydın, genç, kadın kimleri varsa onlara neler yaşatıldı bir düşünün isterseniz. Bir bakıma yaşatılanlar yüzünden bu halkın devrimcileri ve sosyalistleri üstünden 12 Eylül faşizmi bir silindir gibi geçebilmiştir. Yaratılan umutsuzluk ortamı ve korku sayısız insanın politikadan uzak kalmasına yol açmakla kalmamış insanın canını sıkan bir mırın kırın dönemine de sözde dünün bilinçlisi olan ya da öyle görünenlerini de mızmızcı birer çekilmez haline getirmiştir. Yani kitleler burjuvazinin her türlü yıldırma, sindirme ve baskılama yöntemiyle öyle bir hale getirilmiştir ki ortada sadece kendilerine Donkişot veya dinozorlar denilen kimseler kalmıştır sadece.
Şimdi yaşadıklarımızın ağırlığı altında herkes ezilmekte, baskılanmakta, işsiz bırakılmakta açlığa talim eder hale getirilmiş bulunmakta fakat yine de ortaya sistemi sarsan, sistemin dinci. Gerici, faşist yöneticilerinin yüreğine korku salacak bir eylemlere katılmaya yeltenemeden bekleşilip durulmaktadır. Tamam, kurulan ve tepesinde de Donkişot’luğunu ve dinozorloğunu bin kez kanıtlamış insanlar olmasına karşın sözü geçen sosyalist partiler de bu sözünü ettiğimiz konuda pek bir şey yapamamaktadır. Yani deyim yerindeyse kurtulmak istemeyen kitleleri kurtarmanın olanaklı olmadığı belli belli besbellidir. Ancak yine de bu görev partiyi örgütlü yığınsallığa dönüştürerek sağlanabilir de bunun da bir birer bir sorun çözen ne yazık ki reçetesi yoktur. Öyleyse bildiğimiz yoldan yürümeye devam edeceğiz. Yani sosyalizme bağlılığımız konusunda ilkeli ve ödünsüz olacağız. Neyi yapmamız nasıl yapmamız gerektiğinde politikalarımız açık ve net olmalı. Kendisine güvenilen, yenilmeyeceğine inanılan, bileği bükülmez bir parti olduğumuzu dosta düşmana kanıtladığımız bir yapı oluşturmalıyız ki ancak o zaman mızmızcıların tam olarak nesli tükenmese de yüksek bir dinamizm kazanılabilir ve geniş halk kitleleri şikayetlendikleri şeyler ne ise onu elde etmek için mücadeleye girebilirler. Bunun için idari maslahatçılık gözeneklerimize sızmamalı, sızdırılmamalı devrimci bir kararlılığı kendimize ilke edinmeliyiz ki yol açısı olup öncülük görevlerimizi yerine getirebilelim. Gerisi o zaman zaten gelecektir.
Dikkat edilsin, şurada dile getirdiğim sözlerin hiçbirisi moral bozucu falan değildir. Aksine ne gibi eksiğimiz varsa onu nasıl tamamlamamız ve harekete geçiş sinyali vermemizle ilgilidir. Biz sosyalistler şeker çocuğuna şeker vererek sevindirmeyle yetinemeyeceğimiz gibi, eşeğini kaybedenlere eşeğini bulmaları için yardımcı olarak da sonuca ulaşamayız. Politik yol ayrımlarında öyle anlar vardır ki daha önce yazdığımız gibi ya şimdi ne yapacaksak yaparız ya da yapamayız o kadar. İşte bu yüzden toplumun ateş ölçerle ateşini doğru ölçmeliyiz ki nasıl bir adım atacağız bilelim.
Doğrudur, toplumun yaşadığı sorunlar yüzünden iflahı kesilmiş durumda. Bu yüzden de bir de politikaya ayıracak zamanı yokmuş gibi gelebilir birçoğumuzun aklına da niçin böyle durumlarda yüksek bir enerji kazanarak politikleşme tarafına geçebileceği gerçeği daha az aklımızdan geçen niye? Bir toplumsal olayda önde gidenlerin de arkada kalanların da biçileceği öteden beri çok söylenir durur. Bu yüzden de halk hep ortalarda durmaya özendirilir. Dolayısıyla halkın kendileri adına başkalarının ortaya çıkıp bir şeyler yapmasını istemesi bir davranış biçimine dönüşmüş gibi algılanılsa da en azından bizler bu sihirli kapının anahtarını bulmalı ve kapıyı açmalıyız ki şikayetlendiğimiz şeylerden kendimizin içine düştüğü umut kırıklığından da kendimizi kurtarabilelim. Sonrası malum olur olacak olan…
Bir SADAT’lı twit atmış ve özet olarak demiş ki seçimlerle de olsa meydanı vatan hainlerine bırakmayacağız, vatan, millet, şu, bu… Der elin adamı. Hele bir de yumuşak karnını bulursa var ya oradan anında kaç yumruk yersin farkına bile varamazsın. Oysa bu SADAT’lar, şunlar, bunlar bilseler ki kitleler bu tehdide pabuç bırakmaz, o zaman bu gibiler pencereden ile başını çıkarmaya yüreklenemezler. Ama şimdi öyle mi söylüyorlar, silip başka bir şey söylüyorlar ya da daha da beterinin arkası geliyor. İşte bu yüzden bizler de örgütlü gücümüzle tıpkı tanksavar gibi ses keser olabilmeliyiz ki herkes anlasın Hanya’yı da Konya’yı da.
Sonra baksanız ya ülkede estirilen havaya? İktidar tarafından aleni suç olan ne varsa yapılacak, iktidarı eleştirenlerse hain ya da ne bileyim bilmem ne yerine konulup tepesine binilecek. Yani AKP ve saray iktidarı hem suçlu hem güçlü oyununu rahatlıkla oynarken bizlerse aman ne olur ne olmaz, aman durup dururken başımıza iş almayalım diye kılımızı kıpırdatmayacağız. Sadece bir seçim siperine çekilip orada belki seçim dediğimiz zaman bize dokunulmaz düşüncesi ile iktidar olacağız öyle mi? Haydi diyelim ki seçim meşru anladık da peki kitlelerin hak ve özgürlük, adalet ve eşitlik, iş-ekmek-özgürlük istemi için sokağa çıkması ve anayasal bir hak değil mi?
Gerileye gerileye nasıl da kabullenmişiz her şeyi ve bizlere uygulanan zulmü de kolayca sineye çeker hale gelmişiz?
Gerektiğinde her bir şeye dilimiz dönüyor. Birbirimize söylediğimiz sözlerde kimse elimize su dökemezmiş havası içinde hareket ediyoruz da iş birilerinin ezberini bozmaya gelince mi şaftımız kayıyor? O yüzden bir kez daha söylüyoruz.
Bize Lenin’in söylediği bir örgüt gerek. İşte o zaman “Bana öyle bir örgüt verin ki Rusya’nın altını üstüne getireyim” sözündeki tılsım bizim ülkemizde de maddi bir gerçeklik kazanır ve sözü bunca dolaştırıp dağdan bayırdan aşırmaktan da kurtulmuş oluruz.