BİR KEZ DAHA SINIF MÜCADELESİNİN KARMAŞIKLIĞI ÜZERİNE…

Yazan: Turgut Koçak 24 Eylül 2022

24 Eylül günü Sol Portal’da Aydemir’in bir yazısı yayımlanmış. Yazının bütünü doğru değerlendirmek için şu notu yorumlamak bize göre her bir şeyi anlatmaya yeterli.

‘Artık solun onun bunun kuyruğuna takılmayacağı bir dönem açıldı. Eski hastalıklara bağışıklık edindiğimiz bir dönem. Sosyalist iktidar hedefinin karartılamayacağı bir dönem.’

AKP’nin kurulmasıyla başlayan olumsuz gelişmeler seçimleri kazanmasıyla iyice su yüzüne çıktı. O dönemde sahneye çıkan öyle solcu bozuntuları vardı ki bunlar birdenbire Neoliberal kesilip demokrasi havariliği yapmaya başlamışlardı.

Onlara göre demokrasinin de en tutarlı savunucusu olsa olsa AKP iktidarı olurdu. AKP iş başına geldiği andan başlayarak ülkenin en duyarlı sorunlarını kaşımaya başlamış, bu girişimlerini de çoktan demokrasi torbasının içine boca etmişti ki bu konuda hiç de yalnız değildi. Soldan çark etmiş bazı kimseler türban olayını kadınlar için bir özgürlük alanı olarak saptadıkları gibi durmadan bu konuyu da sıcak olarak gündemde tutmayı kendilerine görev bilmişlerdi. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak daha o zaman bu yaklaşımın karşısında olduğumuzu dile getirmekle kalmadık aynı zamanda da Siyasal İslam anlayışının ipliğini pazara çıkarmak yolunda gücümüz oranında mücadelenin içinde olduk.

Tamı tamına AKP ve saray iktidarı 20 yıldır iktidarda bulunuyor. Yirmi yıllık döneminde AKP ve saray iktidarının ipliği pazara çıktı çıkmasına da Erdoğan’ın da Anayasa oylamasından sonra dile getirdiği gibi “Atı alan Üsküdar’ı geçti.”

Şimdi seçimler zamanında yapıldığında yasalara göre Erdoğan seçimlere giremez fakat yasa masa takmadıkları için ister seçimler 8 ay sonra yapılsın isterseniz daha erken Erdoğan’ın adaylığını ülkede önleyecek hiçbir kurumdan söz edemeyiz.

Yargı zaten bu konuda görevini yerine getirmeyecek çünkü işleyişi tek bir kişinin iradesine göre gerçekleşiyor.

Tabi bu arada muhalefet olarak 6’lı masa olarak kendisini tanımlayan kesimden Cumhurbaşkanı seçimlerinin ilk turda kazanılması gerektiği dile getiriliyor. Çünkü seçimler ikinci tura kalırsa eğer Erdoğan’ın hile hurda bir şekilde kazanacağı yönünde kamuoyuna ve bir araya gelen partilerin içine yönelik propagandalar yapılıyor. Üstelik ikinci turda her yol denenerek Erdoğan’ın kazanacağı yolunda görüşler de ortalıkta dolaştırılıp duruyor. Yani ikinci turda olabileceği düşünülen Alicengiz oyunlarının neden birinci turda da olmayacağına dair herhangi bir açıklamada duymuyoruz pek.

Daha önceki Cumhurbaşkanı seçimlerinde CHP belki de en tartışılır kişiyi aday göstererek seçimlere girdi. O kişi ki seçim meydanlarında söylediğinin aksine oylar sayılmaya başladığı andan itibaren ortadan kayboldu ve daha sayım bitmemişken Erdoğan’ı kast ederek kazandığını, bükemediğin bileğin öpülmesi gerektiği yolunda FOX TV Habercisi İsmail Küçükkaya’ya bir not göndererek bütün umutları yok ettiği gibi nerede olduğuna dair bir açıklamada yapmayarak kendisine oy verenleri hüsrana uğrattı.

Erdoğan’ın karşısına tek adayla çıkıldığında sonuca etki edecek bir rüzgâr yaratacağı kesin kesin olmasına da 6’lı masa içinden mızıkçılık yapılarak eğer sağdan bir aday gösterilmezse seçimi ikinci tura bırakmak isteyenlerin hesap içinde olmadığını da kimse söyleyemez. Diyelim ki çoklu aday çıktı. Bu durumda CHP’nin adayını geçecek başka bir aday söz konusu olabilir mi bence hayır. Öyleyse işi yokuşa sürmenin ne gereği var? İkinci turda CHP’nin adayına oy verebilecek kimseler niye birinci turda da vermesinler değil mi?

Bugüne kadar birçok seçimlerde Erdoğan’ı bile aratacak adaylarla AKP’nin karşısına çıkıldı ki bunların hiçbirinin de kazanmamış olması çok büyük kayıp sayılmaz aslında. Çünkü ister belediye başkanlığı için ister Cumhurbaşkanlığı için aday gösterilip de seçilmemiş oluşuna yakınan hemen hemen kimsenin kaldığını sanmıyoruz.

Bugün sağdan gelmiş ve sağcı birisinin aday gösterilmesi için göbek çatlatanların yakışıksız istemleri ile ülkede bize göre kurtarılacak hiçbir mevzi yoktur. Bu yüzden de bu konuda faşizme ve siyasal İslam’a kapalı kesimlerin daha dirayetli olmaları ve kararlılıklarını her aşamada göstermeleri gerekir ki yığınlar her seçim sonrası hüsrana uğrayıp karamsarlığa düşmesinler. Çünkü bizim toplumumuzda öyle bir ruh hali var ki yenile yenile yenmesini öğreneceği yerde kabullenmeyi seçmek daha çok tercih ediliyor.

Politikada minareyi çalan kılıfını uydurur anlayışı sanki her çevrenin kanına işlemiş gibi görünüyor. Sermaye güçlerinin egemen olduğu bir ülkede hele de bizim gibi ülkelerde dinci, gerici ve faşist iktidarlar tepemizde Demokles’in kılıcı gibi dururken nasıl bir aday gösterilecekse öyle bir aday gösterildiğinde sanki sosyalistler bir sıçrama elde edecekler dahası sermaye sisteminin savunucusu konumundaki partiler bile ne oluyor hesabında kendilerine getirilecekler sosyalist sol ise böylece kendisine bir açılım sağlayacak. Böyle umanlar var var olmasına da politik mücadelede ne yazık ki bu yönde yapılan hesaplarla sonuç almak da ne yazık ki öyle kolay değil. Seçimler sonrasında bir şey elde edilmediği görüldüğünde de hemen verilecek yanıtımız hazır. Kendimizi ifade ettik, yığınlara gerçek kurtuluşun sosyalizmde olduğunu gösterdik. Artık saflarımıza daha çok işçi ve emekçi kesimler geliyor deriz olur biter. Olur biter de sanki bundan önce bazı sol ve sosyalist yapılar hiç seçimlere girmemişler de ilk kez giriyorlarmış ve de sonuçları bekledikleri gibi olacakmış yönünde gaz verip durmanın da pek savunulup durulması mümkün değil.

Bu yüzden bir kez daha dile getirmek isteriz ki dinci, gerici ve faşist odakların oluşturduğu kesime karşı laik, Cumhuriyetten yana, solcu ve sosyalistlerin de içinde bulunduğu geniş bir hat örgütlemek gerektiği gerçeğini de göz ardı edemeyiz.

Yazılan ve çizilenlere baktığımızda hepsi seçimlerle ilgili. Seçimler üzerinden tartışmalar yapılırken sosyalist solun seçim sandığına da sığdırılabileceğini kabullenmiş olmuyor muyuz? Dahası bizim gibi sol ve sosyalist partiler salt seçimlerde mi kendisini dar bir alana sıkıştıracak politikanın peşinde koşacaklar, yoksa parlamenterist çizgiyi çoktan aşmış bir işçi sınıfı partisi yaratmak amacıyla mı kendimizi var edip bileği bükülmez bir parti yaratmak peşinde mi olacağız? Evet, açıkça söylüyorum öyle dönemler olur ki gerçek işçi sınıfı partileri aday göstermeyebilirler. Bunun adı da hiçbir zaman sisteme bordalamak değildir. Aksine halk düşmanı kesimlerin yenilgiye uğratılmaları için bugüne kadar dünyanın pek çok yerinde denenmiş bir yöntemdir de. Yine öyle dönem söz konusudur ki sosyalistler seçimlerde kendi adaylarını da tartışmasız gösterebilirler. Bu da somut koşullardan çıkaracağımız sonuçlar doğrultusunda atılacak adımdır.

Özellikle her fırsatta akıl hocası gibi davranarak sosyalistlere CHP konusunda ders verip duran bir TKP var. Bunlar biraz daha çekinmeseler tercih konusunda Erdoğan’ı tercih edeceklerini yazacaklar ama bunu biraz usturuplu söylüyorlar.

Dedik ya akıl hocalığı öyle bir hastalıktır ki o hastalığa tutunularak da diğer sosyalist sol pekâlâ bombardımana tutulur ve CHP’nin bir sitem partisi olduğu gerçeği üzerinden yürünerek sol sekter bir anlayışın da rahatlıkla yutturulacağı hesaplanarak kârlı çıkılacağı sanılabilir fakat biz sosyalistlerin kimin kim olduğunu en az kendileri kadar bildiğimizin de hesabı yapılmazsa bu düşüncenin kazançlı olacağı düşünülebilir fakat öyle olmadığını da anlamak biraz kafa yorulduğunda hiç de zor değildir.

İsterseniz Aydemir Güler’in söylediği şu büyük söze bakalım

“Ama dedik ya, artık solun onun bunun kuyruğuna takılmayacağı bir dönem açıldı. Eski hastalıklara bağışıklık edindiğimiz bir dönem. Sosyalist iktidar hedefinin karartılamayacağı bir dönem.”

Evet, sosyalist anlayışları karartmak kimsenin ne haddidir ne de kimsenin buna gücü yeter. Ancak hayat da öyle bir öğretmendir ki sınıf mücadelesinin iki ana sınıf arasında geçecek olan bir kavgadan ibret olmadığını döne döne öğretecek kadar bir gerçektir.