BİR KEZ DAHA 7 HAZİRAN SEÇİMLERİ

Yazan: Turgut Koçak 13 Nisan 2015

Sibel Özbudun ve Temel Demirer 7 Haziran seçimlerine nasıl baktıklarını dile getiren ortak bir yazı kaleme almışlar. Yazıya Pablo Picasso’nun, ““Kimsen, öyle kal”; Oscar Wilde’ın, “İnsanın rüyaları büyük olmalı ki, hiç gözden kaybolmasın,” uyarılarını hiç ama hiç unutmayanlardanız ve de burjuva patentli “temsili demokrasi” yalanını ve dolayısıyla da “seçimleri”ni gereğinden fazla önemsemeyiz.” sözleriyle başlamışlar ve düşlerinin ne kadar büyük olduğunu söyledikten sonra da “temsili demokrasi” yalanını ve dolayısıyla da “seçimleri”ni gereğinden fazla önemsemeyiz." diyerek yazılarını sürdürmüşler.

Bu yazıda onca şey yazılmış yazılmasına da özet olarak söylenen şudur. HDP’nin önemsendiği belirtilmiş, ancak kimi yaklaşımlarını ise eleştiriyoruz denmiş kısaca. Sonra ünlü birçok devrimci, yazar ve sanatçının sözlerine yer verilerek söylemek istediklerini pekiştirmeye çalışmışlar. Yazıları, alıntı kısmını geçersek tamı tamına 16 sayfayı bulmuş. 147 alıntıdan da bu yazıyı yazarken yararlandıkları anlaşılıyor.. Tabi bu durumda ister istemez şu soruyu sormak gereksinimi duyuyoruz.

Acaba bu kadar uzun bir yazıya gereksinim duyulmadan, burjuva demokrasisinin bir diktatörlük, temsili demokrasi safsatasının da yığınları aldatmak için bir yalan olduğunu söylemek için bu kadar uzun bir yazıya mı gereksinim duyulur? Oysa söylenecek şey seçimlerde sol ve sosyalist kesimlerin tavrının ne olması gerektiği ise kısa bir analiz yaptıktan sonra şu tutum doğrudur, şu tumuda yanlıştır denilemez miydi? Bu kadar uzun yazıyı okuyan okur, ben inanıyorum ki yazının başı ile sonu arasında ilinti kurmakta bile zorlanacaktır.

Konu epey geniş tutulmuş HDP’nin laiklikle ilgili sözlerinden, “beyaz Türklerden” oy alacağız betimlemesine kadar ele alınıp beyaz Türklerden oy almak için seküler oulnmaz, ya sekülersiniz ya da değilsiniz denilmiş. Varılan çıkarsama ise daha çok devrimci tavrın nasıl olacağı ile ilgilidir. Burada ise sokağa işaret edilmiş.

Devrimcilerin işinin sokak olduğu dile getirilerek yine o çok bildik yaklaşım olan devrim yapmaya getirilmiş iş. Bugüne kadar sokağın kullanılmadığını bunu ilk keşfedenlerin de Özbudun ve Demirer olduğunu kimse söyleyemez. Gerçekte ülkemizde devrimciler tarafından sokak belki de gereğinden fazla kullanılmıştır ama alınan sonuçlar ise bütün çıplaklığı ile ortadadır. Bu konuda ikide birde yığınları sokağa çağıranların anlaşılıyor ki tuzları kuru. Sokak gerektiğinde tek ve tartışılmaz yoldur, kimi zaman da sokak devrimcilerin başına çorap örebilir. Burada açıkça belirtmek isteriz ki, Türkiye’de yığınları sokağa çağıranlar gerçekte sokak eylemlerinin zemin ve zamanını hiç de doğru hesap edemeyenler olmuş, sonuçta ise yığınlar sokaktan kazançla değil her defasında yenilgiyle ayrılmışlardır. Burada Gezi gösterilerine değinebiliriz. Gezi gösterileri gerçekte sol ve sosyalist örgütlerin içinde bulunduğu fakat eser miktarda bulunduğu bir eylemden öte gidemediyse Gezi gösterilerindeki öznenin de kim olduğunu doğru görmemizi gerektiren bir sürü soruyu ortada bırakarak bu denli etkili bir sokak eylemi bitmişse oturup düşünülmelidir.

Bizler bu yazıda doğru çıkarsamalar bulamadık. Çünkü ortada devrimin nesnel ve öznel koşulları var da bizler şu seçime bunca değer veriyorsak Özbudun da, Demirer de söylediklerinde haklıdır. Eğer böyle bir durum söz konusu değil de ülke AKP faşizmi ile karşı karşıyaysa o zaman da siyaseten doğru olan tutum faşizme geçit vermemektir.

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi ve Devrimci Halk Partisi’nin mecliste CHP milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba ile CHP’nin desteklenmesi ile ilgili basın açıklaması da “CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Haziran seçimlerinde CHP’yi destekleme kararı aldıklarını açıklayan TSİP Genel Başkanı Turgut Koçak ile DHP Genel Başkanı Celal Özcan’ı…[85]

Mart 2014’de, “CHP’ye içim kavrula kavrula vereceğim, ama olsun. Erdoğan ve Gökçek başımızdan ayrılsın, yeter,”[86] diyen Baskın Oran’ı eleştirin, karşı çıkın, itiraz edin…

Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu, “Bazı tuzu kuru rakı masası solcuları, ‘CHP solcu değil,’ der,”[87] demogojisine sarılsa da, Bülent Ecevit’in ifadesiyle, “CHP komünizme açılan bir kapı değil, açılabilecek kapıları, zora başvurmaksızın örten bir demokratik güçtür…”[88] Ecevit’ten bu yana, bu tutum değişmiş değildir.” diye yazarak eleştirmişler. Sibel Özbudun ve Temel Demirer’e diğerleri yanıt vermiş midir bilemem ama ben şahsım ve partim adına söyleyeceklerimi oldukça yalın ifade etmeyi adet edinmiş biriyim. Bizler sokak zamanında sokakta, devrim söz konusuysa devrimin öznesi, faşizme karşı geniş bir birleşik cephe gerekiyorsa o birleşik cephe içinde yer alır politikamızı da ona göre yaparız. Yoksa Özbudun ve Demirer’in söylediği gibi sanki bizler burjuva demokrasisinin ne olduğunu bilmiyormuşuz da temsili demokrasiye aklımızı takmışız da buna göre siyaset falan yapıyor değiliz.

Her zaman söylediğim şudur: Eğer faşizm mi burjuva demokrasisi mi gibi iki seçenekten biriyle karşı karşıya isek elbette burjuva demokrasisi der politik tavrımızı da buna göre alırız. Öyle yüksekten konuşarak, “Tekrarda yarar var: Birlik/ ittifak ihtiyacının karşılanacağı tek yer -sandık falan değil!- sokaktır…” bunu demekle kalmaz gerçekleştiririz de. Bu sözleri ortaya söyleyenlere önerimiz ise madem söylediklerinizin koşulu vardır, o zaman çıkın sokağa gereğini yapın dile getirdiklerinizi kanıtlayın elinizi tutan mı var demekten de kendimizi alamayız. Öyle canı her isteyen sokağı işaret edecek sonra da ortalıkta olmayacak, işte bunları bugüne kadar çok yaşadık çok.

Bizler Radikal demokrasiyi eleştirir, HDP’nin ve Abdullah Öcalan’ın sosyalizmle ilişkili olmadıklarını dile getirirken birileri salt ulusal çizginin ötesine geçmeyen bir partiye “sistem dışı parti” sıfatı yapıştırarak orada birikim sağlayanlar anlaşılıyor ki bir kez daha ne devrimi, ne faşizme karşı mücadeleyi, ne burjuva demokrasisini, ne de sokağı bir kez daha kendi anladıkları gibi dile getirerek uzun bir yazı ile işi ben demiştime getirerek işin içinde sıyrılmak istiyor.

Gerçekte işin özeti bizim açımızdan şudur; bizler eşyayı adıyla çağırır kediye kedi, masaya masa, burjuva demokrasisinin her türlüsüne de diktatörlük derken, faşizmin de burjuva demokrasisinden farklı olduğunu açık açık söyleriz.