BIKTIRAN TARTIŞMALAR

Yazan: Turgut Koçak 12 Nisan 2020

İnsanoğlu neleri becermiyor. Yineleye yineleye kerpiç gibi kitapları bile ezberleyip herkesi şaşırtanlar var. Bizim toplumumuzda ezberleme alt yapısı olduğu için yediden yetmişe gündeme çarpıcı bir olay mı geldi maşallahımız var hepimiz yineleye yinele konunun profesörü olup çıkıyoruz amma velakin tıpkı Cuma akşamı saat onda duyurulan 2 gün sokağa çıkma yasağı açıklanınca kimsenin aklında ezberlediği şey kalmıyor ve hurra herkes dışarı çıkarak marketlerden ve alışveriş yerlerinden kudurmuş gibi ellerine ne geçerse yağmalarcasına alıp evlerine götürüyorlar. Bu yapılan hareketin korona virüsün yayılmasını kolaylaştırmak ne söz neredeyse ışık hızına çıkaracağını ise tartışmanın bile bir anlamı yok. Niye derseniz bizim ülkemizin insanları yeminle söylüyorum ilkel konularda dünya rekorunu kimseye bırakmayacak kadar bencil bir o kadar da hödük. Siz bakmayın kendi kendimize gelin güvey olup bizim insanımız şöyle dayanışmacı, komşu komşuyu aç da bırakmaz susuz da bırakmaz denilmesine.

Ama bugünkü konum bu değil, yeminle her gün aynı şeyleri yazmaktan bıktık usandık.

Şimdi gelelim konumuza. Yine bu korona virüse bağlı olarak bizim mahalleden olan veya olmayanlardan okkalı sözler işitiyor, okkalı yazılar okuyoruz. Aman Allah’ım korona virüs sonrası artık dünya böyle olmayacakmış da, daha paylaşımcı ve kamucu yönetimler gelebilirmiş de, herkes sosyalizme bile hazır olmalıymış da mış da mış.

Acaba öyle mi olur, yoksa kapitalistler yine ipleri ellerinden bırakmazlar daha otoriter rejimler kurarak saltanatlarına mı devam ederler? İşte bu konuda her zaman olumlu düşünmeyi çoktan bir yana bırakmışların yanıtı hazırdır. Değişen hiçbir şey olmaz, zaten bütün bu belaları da başımıza saranlar onlar olduğu için kapitalizm insanlığın sürgit kanını emer durur. Bu sözleri söyleyenlerin çoğu üstelik de sözüm ona yaşama soldan bakan kimselerdir fakat anlaşılıyor ki diyalektik ve felsefi bilgiden de yoksun kimselerdir. Çünkü bunların hepsi öyle kesincidir öyle kesincidir ki mübarekler sanki bilimsel düşünmeyi bir yana bırakmışlar da falcılığa soyunmuşlar. Bir diğer kesimde yer alanlarsa İşçi sınıfının yüce öğretmeni Lenin’in söylediği kesimler içinde yer alıyorlar. Yani iyi niyetliler. Bildiğiniz gibi cehennemin yolu da iyi niyet taşları ile örülmüştür.

Kötümserlerin söyledikleri ne kadar gerçeği ifade etmiyorsa bu durumda iyimserlerin söylediklerinin de bizce fazladan bir değeri yoktur. İyimserlere göre bakılmış görülmüştür ki bir bela artık dünyadaki bütün insanların düşüncesinde olumlu değişiklikler yaratacağı kesindir. Öyle ya kimsenin zengin de olsa böylesi bir felaketten kaçarı olmadığına göre geriye ne kalır herkesin kardeş kardeş yaşadığı, eşit paylaşımcı ve adaletli bir sistem yaratılması…

İşin kötü tarafı nedir biliyor musunuz; kötümserlerin de iyimserlerin de konuşup dile getirdiklerinin ortak bir yanı var. Çoğu kimsenin değerlendirimi dünyayı kapsıyor da nedense bir tek Türkiye bu kapsamın dışında kalıyor. Çünkü bu kimseler Türkiye ile ilgili iyi bir şey olmayacağına kendilerini öyle bir inandırmışlar ki bunlar ne söylerlerse söylesinler Papaz Berkeley’den farkları yok.

Oysa kimi olgular vardır ki değişime hız kazandırır. Korona virüs olayı da düşünüldüğünde eşit, adaletli, özgür ve paylaşımcı yani sosyalist bir düzen kurulması olasılığını arttırır fakat bu iş hiçbir zaman kapitalistlerin vicdana gelip insanlaşması ile olacak iş değildir. Oturup mevcut bilgilerimizle bile toplumsal bir analiz yapmaya kalksak görürüz ki insanların yaşamaları, üretimdeki yerleri, aldıkları pay, özgürlüklerini kullanma biçimleri, eğitimden ve sağlık hakkından yararlanmaları say sayabildiğin kadar farklı farklı olduğuna göre dünya nimetlerinden en fazla yararlananlarla en az yararlananlar gerçeği diye bir şey var. Toplumun diğer tabakaları da durumlarına göre çoğu en az yararlananlara çok azı da en fazla yararlananlara yakındır. Ama yine de bu çoğunluk dediğimiz kesim bir avuç azınlık tarafından baskılanır ve tahakküm altına alınır. Nedeni de üretim araçlarına sahip olmaktan (zenginlikten) kaynaklı daha örgütlü olmalarındandır.

Bu gerçek bize neyi gösteriyor? Örgütlenmemizi. Biz sosyalistler yeterince örgütlenip sosyal bir olgu olarak yani bir özne (parti) çıkmadığımız sürece toplumdaki değişim konusunda da umutsuzluk her zaman önümüze çıkacaktır. Bugün ülkemizde otoriteleşmenin daha da artacağını dünyanın büyük bir bölümünde de iyi şeyler olacağı kurgusunu önümüze getirenler bilmeliler ki olabilecek iyi şeyler birileri istediği için olacak değildir (birilerinden kastım sömürücü kesimlerdir) istememelerine karşın olabileceğini de unutmayalım ve kendimizi de bu gerçeğe göre konuşlandıralım.

Bir de şu var. Eğer bizler Türkiye’de de otoriteleşmiş bizleri daha da mengene altına alacak bir sistemden çıkış yolu arıyorsak daha geniş kitlelere seslenme ve onların istemlerini de olabildiğince dikkate almak zorunluluğumuz vardır. Solculuk adına sekter bir noktaya sürüklenmek yerine devrimin kitlelerin eseri olacağı gerçeği ile yolumuza devam edersek karşımızdaki güçlerin de ne otoriteleşmesi olasıdır ne de iktidarda kalmaları. Eee tabi bu iş biraz zordur. Niye derseniz, esnek olmayı gerektirecek bu durum iş bilmez iseniz sizi sünen lastiğe de çevirebilir.

Son söz; iktidar arayışı konusunda da kimse falcılığa soyunmaya kalkmamalı, bilimi kılavuz edinip örgütsel varlığını korumayı da geliştirip güçlendirmeyi de bu hesap çerçevesinde yapmalıdır ki Türkiye için de olumlu sözler edebilenlerimizin sayısı artabilsin ve zaten Türkiye’de de bu işlerin bu şekilde gitmeyeceği hem de bütün çıplaklığı ile ortadayken…