Yazan: Turgut Koçak 15 Ekim 2020
Tarihimiz nasıldır, bugüne, bizlere nasıl bir miras bırakmıştır tartışılır elbette ama ülkemizde Türkçü ve dinci kesimlerin anladıklarıyla bizim anladıklarımız her zaman ama her zaman taban tabana zıt olmuştur.
MHP’nin Türkeş için “Başbuğ” nitelemesinin altında yatan şeye baktığımız zaman çok ince eleyip sık dokunması gerekmez. Çünkü bu partinin felsefesi kimi yandan çarklı düşünceler ileri sürülse de örneğin “Aksakallılar” gibi sonuçta tek kişinin dediği dedik çaldığı düdük olan bir anlayıştır.
Bu yüzden de Han, hakan her neyse bağlılık öyle bir abartılmıştır ki bu bağlılık neredeyse tapınç noktasındadır.
Dincilere gelince; bu kesim hiçbir zaman demokrasiyi sindirmiş kesimler değildir. Onlar Ortadoğu’daki yönetimlere bakıp onlara yerinmenin dışında bir de Osmanlı İmparatorluğu onlar için dünya nizamı olarak kabul edilir o kadar. Bu yüzden de hiçbir zaman bu kesimlerin ufukları geniş değildir. Öğretileri de “Kulluk” ve “Ümmetçilik üzerinden açık açık ifade edilir.
Türkiye Kurtuluş Savaşı’nın arkasından Cumhuriyet’in kurulduğu öncesinde ise meclisin oluşturulup üzerine “Egemenlik Kayıtsız şartsız milletindir” yazıldığı, aydınlanma ve laiklik günlerinden ve sosyal devlet anlayışından gelip bugünlere getirilip dayandık bildiğiniz gibi. Sonra da tek kişilik yönetimi egemen kılmak için nelerin yapılması gerekiyorsa yapıldı. Anayasa değişiklikleri gerçekleştirildi. Bu değişikliğin ilki ve en önemlisi Fetö ile canciğer kuzu sarması olunduğu günlerde yani 12 Eylül 2010 yılında gerçekleştirildi ve bu kesimler ilk vartayı lehlerine atlattılar. Hani o günlerde ölüler bile kalkacak ve hazırlanan bu anayasaya evet oyu vereceklerdi ya bu sözler de Fetöcülerin sözleriydi.
Anayasa’nın ikinci değişikliği ise 16 Nisan 2017 tarihinde bir halk oylaması ile gerçekleştirildi. Bu oylama sonucu “HAYIR” diyenler “EVET” diyenlerden fazla olmasına karşın sonuç hile ve YSK’nın seçimlerde oynadığı rolle geçirilmiş oldu. Bu andan itibaren ise yeni anayasa yürürlüğe girdi, kimi maddeleri de hemen uygulanmaya başladı. Yürütme yetkisi artık Cumhurbaşkanına aitti. Böylece de her şey tek kişinin yetkisine vermiş oldu.
Yasama görevi ile görevli TBMM’nin işlevi sınırlı hale getirildi. Ülke Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetilmeye başlandı. Çıkarılan yasalara baktığımız zaman çoğu torba yasası adı altında meclise getirildi ki burada da görünüşün aksine tam anlamıyla sarayın hükmü geçerliydi ve meclis yasa maddelerini doğru dürüst tartışmadan jet hızıyla geçmelerinin önü açıldı. Yani sizin anlayacağınız AKP grubuna verilen talimatlar doğrultusunda ne isteniyorsa o oldu.
Yürütmenin tepesindeki kişi ne diyorsa o oluyor. TTB eğer PKK’nın yönetimine girmişse girmiştir. Hatta kapatılması bile gerekir. Kendisini hukukun yerine koyan bir davranışla karşı karşıyayız. Türkiye Barolar Birliği’nin konumu da aynı. Paralel barolar kurulması ve yandaşların canlanması için kongreleri bile yaptırılmıyor. YSK’nın ise durumunu niye tartışacağız ki zaten sarayın sözünden milim çıkması olanaksız.
Ankara Garı önünde 10 Ekim 2015 tarihinde işlenen korkunç katliam önlenememiş fakat anmasının yapılması bile yasak. Unutmayalım, son olarak İstanbul’da Kürtçe oynanan bir oyun bile yasaklanmış.
Kimse hukuk ne der diye bakmıyor. Yürütmenin tepesindeki kişi ne düşünüyorsa o oluyor.
Tamam, Kürtçe tiyatro yasaklanıyor da TRT Şeş Kürtçe yayın yapabiliyor nedense.
Yargı bağımsız değil. Sonuçta varlığı ile yokluğu pek bir şeyi değiştirmiyor. Bugün yukarıdan aşağıya yargıya baktığımız zaman ne verdikleri kararın bir anlamı var ne de daha alt mahkemeler yukarının verdiği kararları tanıyor ya da uymak gereği duyuyor. Herkesin gözü sarayda, tek kişide…
Artık kim ne konuşursa kolaylıkla suç kapsamına giriyor. Mecliste grupları olan partilerin bakanları eleştirmesine bile Recep Tayyip Erdoğan karşı çıkıyor.
Sonuçta gelinen noktada tek kişiye ülkenin yönetilmesinin verilmesi ne gibi içinden çıkılmaz sorunlar yarattığını biliyoruz. Bu durumda da işin nereye varacağını kestirmek zor değil.
Tamam da varılmak istenen amaca nasıl geçit verilmeyecek, bu konuda demokrasi güçlerine ne görevler düşüyor, demokrasi güçleri nasıl konumlanmalı bu gerçek de hâlâ belirsiz niyeyse…