Yazan: Turgut Koçak 22 Aralık 2015
Dünyada olup bitenleri geçiyorum. Ülkemizde son 13 yıldır olup bitenlere baktığımız zaman sistemin çöktüğüne tanık oluyoruz. Bu sistem ki kapitalist sistemdir ve de bu sistemi savunan en gerici ve faşistinden burjuva demokratına kadar bütün siyasi partilerin de ne halka vereceği bir şeyleri kalmıştır ne de eşitliği, kardeşliği ve özgürlüğü sağlayacak bir yol ve yöntemleri. AKP, tam 13 yılı geçkin bir süredir ülkenin başına baş belası yapıldı. Hırsızlık, yolsuzluk, ihale yolsuzlukları, rüşvet, adam kayırma, nüfuz ticareti, haksız yere kazanç elde etme, en yakınlarının siyasiler tarafından köşeyi dönmelerinin sağlanması, ülkenin olanakları kullanılarak çok sayıda dini eğilimleri yüksek vakfa ve de bu amaçlarla kurulmuş vakıflara ülke varlıkları peşkeş çekildi. Eğitim bitirildi, dinsel ağırlıklı hale getirildi. En önemlisi de ülkemizde iç barış bu iktidarın eliyle tamamıyla yok edildi.
Bu karamsar tabloya daha başka karamsarlıkları da eklemek olası. Örneğin ülkemizde işçi sendikaları işlevsizleştirildi. Bazı sendikalar işçi sendikası adıyla kurulmuşlar ama patronların çıkarlarını harfiyen yerine getiren sendikalara dönüşmüş durumdalar. Emeği savunduğunu iddia eden DİSK ise hem örgütlülük olarak yetersiz konumda hem de çıkışsızlıklar içinde bocalamakta. Kamu çalışanlarının örgütlülükleri ise daha içler acısı bir görüntü arz ediyor. AKP iktidarının desteklediği sendika sayısal olarak en çok örgütlülüğe sahip. Bu sendika kamu çalışanlarının haklarını savunmak şöyle dursun yanından bile geçmiyor. Hatta iktidarın bile dile getiremediği en gerici ve çalışanların haklarını sıfırlayıcı teklifler bu sendikadan geliyor. Diğer irili ufaklı sendikaların konumları da çok farklı değil. Bunların bir kısmı sistemle problemsiz ama AKP ile çekişir durumda çünkü bunlarda gerici bazı siyasi partilerin dümen suyunda çabalar içindeler. Sol ve sosyalizm yanlısı sendikaların konumu ise hem işlevsiz, hem de asli görevlerinin çok dışına düşmüş konumdalar.
Örneğin KESK ve KESK’i oluşturan sendikaların kamu çalışanlarının hakları ile ilgili doğru dürüst gündemleri bile yok. Bu sendika daha çok kendisini Kürt sorununa bağlı olarak konumlandırdığı için neredeyse bir siyasi parti konumunda. Kendileriyle aynı görüşü paylaşmayan ama aynı sendikada üye konumundaki pek çok kimse ise ya olup bitenlere hiç karışmıyor ya da kopup sendikasız kalmayı yeğ buluyor. Solda yer alan başka sendikaların da bir hükmü yok dersek abartmış olmayız. Meslek örgütleri olarak kanuni zorunluluk çerçevesinde örgütlenmiş olan TMMOB, TTB, Barolar Birliği gibi kuruluşların ise etkisi yine bildiğimiz nedenlerle sınırlı durumda.
Solda ve sosyalist solda yer alan siyasi partilere gelince onların konumunu anlatmak için daha uzun bir yazı yazmaya gerek var ama şimdilik bu konuya girmiyorum, özetle söylenirse toplumsal ağırlıkları çok sınırlı ya da hiç noktada denecek kadar az. Sol ve sosyalist söylem ve politikalarda da önemli ölçüde sakatlıklar var. Bir kısmı HDP olarak kurulmuş ve de kendisini Kürt sorunu ile sınırlandırmış partinin bileşenleri konumundalar ve de son zamanlarda yapılan bütün hata ve eksikliklerin de şu ya da bu şekilde ortakları olarak siyaset yapmaktalar. Sol ve sosyalist solda yer aldığını iddia eden diğer partiler ise sınıfsal ve sosyal çözümlemelerden son zamanlarda oldukça uzaklaşmışlar.
Bir örnek vermek istiyorum. Türkiye Komünist Partisi’nin bölünmesi sonrasında ortaya çıkan Halkın Türkiye Komünist Partisi içinde kalan Metin Çulhaoğlu şöyle bir yazı yazmış ve vicdanen Kürt hareketinin yanında olmak gerektiğini belirtmiş. (Bu vicdanen tanımlaması neyi ifade ediyorsa artık) Oysa bir komünist parti sorunu böyle ele almaz. Nerede ne yaşanıyorsa en ince noktalarına kadar ele alır ve vardığı sonuç ise ülkede, bölgede ve dünyada işçi sınıfının ve sınıfın öğretisi olan sosyalizmin çıkarları ile örtüşüp örtüşmediğine bakar ve nihai sözünü de öyle söyler. Yoksa vicdan salt kendilerine sosyalistim diyenlerde olsa neyse ama herkeste iyi kötü vicdanın olduğunu da iyi biliyoruz. Ve hatta sulu gözlü burjuva hümanizmasında vicdanın Allah’ı var dersek abartmış olmayız. İşte o burjuva taşıdığı vicdanla kendisi eline ne silah alır, ne de başka bir şey ama bütün kötülükler ise onların sisteminin başının altından çıkar. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak neyin ve nasıl yanında duracaksak kararımızı ülkede, bölgede ve hatta dünyada işçi sınıfının ve sosyalizmin çıkarlarını öne çıkararak karar veririz.
Sonuç olarak çizdiğim bu karamsar tabloya karşın her şeyi tersine çevirebiliriz.
Bunun için ilk adım Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin en ücra köşelere kadar örgütlenmesi görevinin yerine getirilmesidir. İkinci adım örgütlü gücümüzle karanlığın ve hainin üstüne yürümektir. Üçüncü adım ise iktidarı ele geçirmek ve halk düşmanlarının iktidarına da varlığına da son vermektir ki, size masal gibi geliyor değil mi?
Kesinlikle değil.
Parti olarak, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak başarabiliriz, başarmalıyız da…