Yazan: Turgut Koçak 26 Mart 2015
Ne zaman “Barış Süreci” konuşulmaya başlansa AKP ile bu işi kotarmaya teşne kim varsa kendileri gibi düşünmeyenleri hemen suçlamaya başlıyorlar. “Yoksa siz barışa karşı mısınız” diye. Sadece bu kadarla iş bitse haydi neyse ama suçlamaların arkası kesilmiyor ki. Köylü kurnazı suçlamaların birisi bitiyor diğeri başlıyor. “Kan dökülmesinden yana mısınız, cenazeler gelmiyor yoksa gelmesini mi istiyorsunuz” diye vb.
Hem bu suçlamaların hemen hepsinin ömürlerince ellerine kan bulaşmamışlara yapılması ise gerçekten çok ilginç. Hani ne demişler; en iyi savunma saldırıdır. Bazıları bu tanımlamadan hareketle veriyorlar suçlamanın gözüne. Başarılı da oluyorlar aslına bakarsanız. Ağızlarından düşürmedikleri “Halkların kardeşliği” sloganı artık onların gerçeğinde ne anlama geliyorsa gerçekten de kavramakta zorlanıyoruz. Dilleri böylesine keskin olanların çıkardıkları yayınları şöyle bir gözden geçirin göreceksiniz, halkların kardeşliği ile örtüşen bir şeycikler bulamazsınız. Hep küfür, hep aşağılama söz konusudur. Hem bunlara göre ortada Türk mürk de yoktur ama bütün kötülüklerin sebebi de Türklerdir. Yani anlayacağınız şu Türkler olmasaymış bölgemizde barış ve huzur olacakmış. Bu denli haritayı pusulayı şaşıranların “Halkların kardeşliği” sloganlarına inanmak olası mıdır? Elbette değildir.
Ülkemizde, baskı vardır, sömürü vardır, zulüm vardır. Ancak bunların olmasının nedeninin Türklere bağlanması kadar abes bir şey olamaz. Öyle ya, dünyada bütün olumsuzlukları etnik köken ayrılıklarına bağla çık işin içinden. Sonra da etnik köken ve inanç farklılıkları üzerinden yığınlara ekmek mi, iş mi, özgürlük mü, onurlu bir yaşam mı bunlar üzerinden politika yap ve kazan kazandığın kadar. Kimsenin aklına sistem gelmesin. Gerektiğinde etnik köken ve inanç gruplarını kullanarak sermaye güçleri ve emperyalist dünyanın gemisini nasıl yüzdürdükleri de yığınların anlama ve kavrama yeteneği sıfırlanarak bir güzel yaşama geçirilsin.
Hani, bizler AKP ile PKK ve HDP’nin sürdürdükleri “Barış Süreci’ni eleştiriyoruz ya, hemen bir koro karşımıza geçiyor, yukarıdaki sözlerle bizim söylediklerimizi anlamsızlaştırmaya çalışıyorlar. Tamam, sürdürülen barış görüşmeleri hani önemli aşamalara gelmemiş miydi? Peki, ne oldu da bitti bitecek diye ilan edilen bu tatlı düşten karabasanlarla uyanılıverdi? Şimdi AKP niçin ipleri koparma noktasına taşıdı sözümona bugüne kadar elde edilen başarıları hiçe sayarak?
Bu oyunlar ilk değil, bunu HDP de PKK’da bilmiyor değil. Ne zaman seçimler sözkonusu olsa bir de bakıyorsunuz ki, AKP’nin tepesindeki kimseler aslan kesilmiş kükrüyor. Recep Tayyip Erdoğan şimdilerde oturduğu koltuğun kendisine yüklediği görev ve davranışları hiçe sayarak meydan meydan dolaşarak yürütülen “Çözüm Süreci” için söylemediğini bırakmıyor. Bütün bunlar niye oluyor ki acaba? AKP’nin oylarının Batı’da düştüğü görülünce birden milliyetçi kesilen muhterem ne zamandan beri Diyarbakır’daki konuşmasında “her türlü milliyetçiliği ayağımızın altına aldık” sözlerini aklına bile getirmiyor. Ne diyelim, derler ya Osmanlı’da oyun çok diye, işte torunlarında da oyun çok ne yazık ki.
Söz Osmanlı’ya gelince Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan mesajını anmadan geçmek olmaz. O mesajı dikkatlice dinleyenlerin gözünden bir şey kaçmamıştır. O da; Kürtlerin yaşadığı onca sorunun nedeni 100 yıllık cumhuriyetmiş. Eğer laiklik falan sözkonusu olmasaymış, Türk ve Kürtler Müslüman Müslüman yaşar giderlermiş. Gerçekten de bu sözleri duyunca Öcalan’ın tarihi çarpıttığına ve hatta işi gerici bir yanından aldığına inanmamak olası değil. Müslüman Müslüman nasıl yaşanacağını Ortadoğu’ya bakıp kestirmek olası ama demek ki, bu mesajın da başka bir anlamı olsa gerektir. Ceddini çok seven Osmanlıcı AKP’ye öyle sanıyoruz ki, şirin görünmenin bu yolu olsa gerektir Öcalan’ın mesajının bu hale gelmesindeki hikmet.
Barış sözcüğü bilinerek sihirli bir sözcük haline getirilmiştir. Kimse barışa uygun bir davranış sergilemez ama sergilemeyenlerin dillerinden de bu sözcük bir türlü düşmez nedense. Bu konu konuşulurken insan ister istemez kıllanıyor. Bu işin içinde bir Çapanoğlu var demekten bir türlü kendisini alamıyor. Hem İki tarafta da o kadar Çapanoğlu varken nasıl olacak da bir kardeşlik ortamı sağlanabilecektir? Hem hiç düşündünüz mü büyük ağabeye bel bağlayanlar, o büyük ağabey acaba barışı istiyor mu?
Sözün özü beyinlerdeki kilit kırılmadan anlamlı bir gelişme de olacak gibi görünmüyor.
Ne kötü, CNN’deki Şirin Payzın’ın ‘Ne Oluyor’ programında Bülent Uluer sözde bana yanıt verirken “ideoloji diye diye ağzımıza tükürdüler” demişti de kendisine çok kızmıştım.
Oysa söyledikleri çok da yanlış değil, Bülent Uluer her ne kadar geçmişte içinde bulunduğu politik çizgiyi eleştiriyor ve ideoloji önemlidir dediğim için bana yanıt vermeye kalkıyorsa da demek ki, değişen bir şey yok.
İnsan bir kez ağzına tükürülmesine alışmasın, nereye gitse kurtuluşu yoktur ağızlara tükürecek birileri çıkar.