AYVALITAŞ'I UNUTMA

Yazan: Turgut Koçak 6 Şubat 2014

Bildiğiniz gibi Gezi Parkı gösterileri sırasında yaşamını yitiren Ayvalıtaş’ın ölümü ile ilgili doğru dürüst bir soruşturma bile yapılmadı. Bu yüzdendir ki, Ayvalıtaş’a çarpıp ölümüne neden olar kişiler tutuklanmadılar bile. Taksirli suçlardan sayılarak Ayvalıtaş’ın ölümüne sebep olanlar böylece kolaylıkla yakalarını kurtaracaklar. 5 Şubat 2014 günü Kartal Adliyesinde davası görülen Ayvalıtaş’ın avukatlarını mahkeme dinlemedi bile. Bununla birlikte Kartal Adliyesi önünde polis her zamanki gibi yoğun tedbir almış, Ayvalıtaş’ı unutmadıklarını gösterenlere karşı her an müdaheleye hazır bir şekilde bekletiliyordu. Nitekim bu da oldu ve polis orada bulunan kalabalığa biber gazıyla müdahale etti.

Önceki gün Ail İsmail Korkmaz’ın davası da Kayseri’de görüldü. Orada da Ali İsmail Korkmazı unutmayanlar vardı. Sanıkların verdikleri ifadelere baktığınız zaman şaşırmamak elde değildi. Recep Tayyip Erdoğan’ın “kahramanları” nasıl harcandıklarının bilincinde miydiler bilinmez ama verdikleri ifadelere bakılınca, hem zalimlikleri hem de zavallılıkları yüzlerinden okunuyordu. Böyledir işte, bütün katiller zalim oldukları kadar aynı zamanda da zavallıdırlar.

Gezi Parkı gösterileri ile ilgili olarak 6 gencimiz yaşamlarını yitirdi. 8 bin yurttaşımız yaralandı. 12 yurttaşımız gözlerini kaybettiler. Bütün bunlar yaşanırken bu polisler Recep Tayyip Erdoğan’ın Çanakkale şehitlerinden daha “kahraman” olarak nitelediği kimselerdi. Bir ülkede iktidar tarafından polis vatandaşların üzerine bu kışkırtma ile sürülürse, üstelik de Başbakan bunları “kahraman” ilan ederse neler olmazdı ki neler. Nitekim oldu da. Başbakanın emriyle polis gençlerimizi katletti, yaraladı, gözlerini çıkardı.

Başbakan tam da o dönemde Kral tarafından kabul edilmediği Fas’a kaçmış, oradan bile basını; bizzat telefon ederek zaptı rapt altına almaya kalkışmıştı. Döndüğünde ise Başbakan’ın sert tutumundan başta Arınç ve Abdullah Gül olmak üzere herkes nasiplerini almıştı. Öyle bir kişilikle karşı karşıyaydık ki, yargı ona bağlanıp onun istediği yönde kararlar versin, önemli davaların savcısı bizzat kendisi olsun, her kurumu o yönetsin, yurttaşların yaşam tarzına karışarak ne yiyeceğine ne içeceğine ne giyeceğine, kaç çocuk yapacağına o karar versin, polis elinin altında olsun ki, “vur” dediğinde vursun istiyordu.

Bunlar tamamdı, biz zaten Recep Tayyip Erdoğan’dan bir burjuva demokratı olamayacağını biliyor ve onun dikta heveslisi halini her fırsatta eleştiriyorduk eleştirmesine ya, bizler bir ölçüde bilsek bile; Recep Tayyip Erdoğan ve tayfasının çalma çırma konusunda bu denli gözü kara olabileceğini yeterince görememiştik. Sonra iktidar ortağı Cemaatle arası açıldı. Ne kadar kirli çamaşır varsa bir bir ortalığa döküldü. Hem ortaya dökülen kirli çamaşırlar öyle iftira falan da değildi. Milyarlar götürülmüş, kendisinin ve bakanlarının veliahtları deveyi hamuduyla yutup vurgunlar vurmuştu. Telefon tapelerine düşen konuşmalara baktığımız zaman bu vurgunların bizzat bakanlar eliyle yürütüldüğünü açıkça görüyorduk. Konu yargıya indi. Ne mümkün, yargının görevini yapmasının olanağı yoktu. İktidar yargıya el koymuş, yargıcı, savcısı, operasyona katılan emniyet güçleri ne varsa darmadağın ederek yargıyı işlevsizleştirivermişti.

Yargı eliyle TBMM’ye bakanlarla ilgili gönderilen fezlekeler ise Adalet Bakanlığı aracılığı ile meclise gönderilmesi önleniyor, fezlekeler gerisin geri iade ediliyordu. Sözü geçen fezlekelerdeki kanıtlar yeni atanan savcılar aracılığıyla öyle sanıyoruz ki, değiştirilip mecelise gönderilecekti ya da gönderilmesine bile gerek görülmeyebilirdi. Yolsuzlukla ilgili çok yazı yazdık. Artık bu konu fazla söze gerek duymayacak denli gözler önüne serilmiştir. Fazladan Bilal Erdoğan’ın TÜRGEV’ine tanınan haklar ve akıtılan paralara da baktığımız zaman işin nerelere kadar götürüldüğünü açıkça görüyorduk.

İşin ucu SABAH gazetesine dayanmıştı ya, bunlarda ne utanma ne de arlanma vardı. SABAH utanıp sıkılmadan “3’LÜ PARALEL CEPHE” diye başlık atmış. “Paralel yapı ile işbirlikçileri SABAH’ı sindirmek için ahlak dışı bir karalama ve dezenformasyon kampanyası başlattı. Ama ne sineriz, ne de susarız…” diyordu. Aynı gazete darbe tezgahçısı olarak Pensilvanya’yı, siyasi işbirlikçisi olarak Kılıçdaroğlu’nu, basın sözcüsü olarak da Doğan Medya’yı gösteriyordu. Dedik ya bunlarda utanacak sıkılacak yüz yok. Kendileri yüz istemişler astarını da aldıkları için bu kadar pişkin davranıyorlar.

Şimdi kendilerine soralım; sözü geçen patronlardan toplanan 630 milyon dolar hem de bir araçla taşınarak Çalık Holding’in kasasına teslim edilmedi mi? Bu işlemleri gerçekleştirenlerin telefon konuşmaları uzaydakilerini mi işaret ediyor?

Evet, sizler Mehmet Ayvalıtaşları, Ali İsmail Korkmazları, Abdullah Cömertleri, Ethem Sarısülükleri, Medeni Yıldırımları, Ahmet Atakanları katlettiniz.

İktidarınızın suç dosyası her anlamda kabarık.

Nasıl geldiyseniz öyle gidecek ve de işlediğiniz her suçun hesabını da vereceksiniz.

Tamam, siz Mehmet Ayvalıtaş’ın ölümüne ferman verdiniz ancak anne Aslantaş’ın da unutmayın katili sizin iktidarınızdır.