Yazan: Turgut Koçak 1 Ekim 2014
Hollanda’nın Hoogezand kentinde akrabamla birlikte Türkiyeliler Derneğine gittik. Daha kapıdan girer girmez cami hocasıymış akrabama söylenmedik söz bırakmadı. Neymiş efendim? Çocuklarını Kuran kursuna göndermiyormuş. Bu tarafın bir de öbür tarafı varmış. Şu denir de bu denmez demedi, ne zebani bıraktı ne de cehennemde cayır cayır yanmak. Birlikte oturduk ama hoca dur durak bilmiyor. Cennet alıp cehennem satıyor. Daha fazla dayanamadım. “Siz kim oluyorsunuz, benim yeğenlerimin senin gibi bir adamdan öğreneceği ne olabilir ki” diye çıkışınca tartışma uzadıkça uzadı, konusu değiştikçe değişti. Sonuçta imam pes ederek; “Valla bende sosyalistim” demişti ki, kapıdan elinde iki bond çanta siyah takım elbiseli biri girdi. Adamın buraya alışkın olduğu belliydi. Orada bulunanlardan hiçbirine gidip bir şey sormadı. Daha kapının ağzındayken yüksek sesle “Yaylaklı falan adam burada mı” diye ünledi. Oturdukları yerden başlarını çevirenler hep bir ağızdan; “buradaydı ama biraz önce çıktı. Bekli gelir deyip yanlarına oturttular. Bu arada bizim konuşmalarımız da bu bağırtı arasında kesildiği için dikkatle adama bakıyordum. Adam nedense gözüme tekin biri olarak gözükmedi. Biz konuşmamıza yeniden dönmüştük ki, adamın çevresinde kümelenmiş olanlar adama belki de yaranmak için hep bir ağızdan kapıyı göstererek:
“Aha aradığın adam geldi” dediler.
Yaylaklı adam kendisini ünleyen adamlara doğru yürüdü selam verip oturdu. Ha bu arada ne yapılırsa oradakilerin duyacağı şekilde yapılıyordu. Oradakiler yine hep birlikte “bu arkadaş seni arıyor” deyince Yaylaklı da adamın elini sıkıp hoş beş etti.
Sanırım yeterince durumu olgunlaştırdığını gören bont çantalı adam çantaların ikisini de arka arkaya açtı. Oradakiler hep birlikte eğilip çantanın içine baktılar. Yüzleri değişti, merakları iyice arttı. Adam gayet rahat, “biliyorsun geçen yıl bizim şirketimiz Kombasan’a 100 bin Florin yatırmıştın, kâr payınızla birlikte size 110 Florin getirdim” diyerek, arkasından da “bu parayı ister al, istersen bizde kalsın önümüzdeki yıl kâr payı ile birlikte alırsın” dedi.
Bizim Yaylaklı oradakilerin duyacağı şekilde; “valla arkadaş ben senin yüzünü bile unutmuştum, bu parayı verdim, aramızda ne senet var ne sepet. Bir yıl sonra çıkıp geldin. Ben hayatımda böylesine bir dürüstlük görmedim. Varsın param sizde kalsın” diye yanıtladı bont çantalı adamı.
Ortalıkta bir tiyatro oynandığının artık iyice farkındaydım. Kombasan adına gelen kişi ve Yaylaklı kesin birbirlerini tanıyorlardı, şu anda da oradakileri tongaya düşürmek için inandırıcı bir oyun sergiliyorlardı. Derken konu Kombasan’a oradan da gurbetteki işçilerimizin birikimlerini nasıl değerlendirdiğine geldi. Dürüstlüğün nedeninin de pekiştire pekiştire Müslümanlık olduğunu söylemeyi ihmal etmediler. Derken konuşmalar oradakilerin de kâr payı alıp almayacağına, birikimlerini Kombasan’a yatırıp yatırmayacağına gelip dayandı. Oradakilerin bazıları kuşkularını belirterek “ya şirket iflas ederse” diyerek fikir yürüttü. Adam bunlara da rakamlarla öyle bir gösteri çekti ki, kimsede soru soracak hâl kalmadı.
Şöyle 30 saniye kadar sustular. Adam son vuruşu da şöyle yaptı. “Arkadaşlar biliyorsunuz bizim ülkemizde Kemalist bir rejim var. Bu Kemalist rejim Müslümanların para kazanıp zengin olmasını istemiyor. Bu yüzden de önümüze sürekli olarak engeller çıkarılıyor. Tabi bizi batırmaya güçleri yetmez ama biliyorsunuz Kemalistlerin ordu elinde. Maazallah bir darbe yaparlarsa zaten o zaman yapacak bir şey yok. Biz Müslümanların vay haline. Şimdi siz ürkmeyin. Onların elinden iktidarı da alıp darbe marbe yapmalarına fırsat vermeyeceğiz. Yeter ki her alanda güçlenelim. Şimdi birikimlerini kâr payı almak için Kombasan’a yatırmak isteyen var mı” diye seslice sordu. Yaylaklı zaten en baştan dediğini demiş parasının kalmasını söyemişti. Bu işe aklı yatanlar fazla tartışmadılar, biraz yatanlarsa daha fazla açıklama bekliyorlardı. Adam onlarla da bıkmadan usanmadan konuştu. Dernekten kalkıp gidenlerin birden sayısı artınca akrabama sordum; “hayrola bunlar niye gittiler, adamın söylediklerini sindiremediler mi, yoksa gidip para mı getirecekler” diye sordum.
Akrabam dedi ki, “bunlarda para ne gezer, gidecekler, bankalardan çekip getirip Kombasan’ın adamına basacaklar parayı.” Çok şaşırmıştım. “Eee böylece paraları da deve olacak” dedim. Akrabamın da kafası yatmıştı ki; “yok” dedi, “bunlar Müslüman adamlar haram yemezler.”
Baktım olacak gib değil, bizim akraba da içinde herkes gidip bankalardan para çekip Kombasancıya verecekler. Kalktım tek tek adamların yanına gidip paralarının nasıl iç edileceğini anlatmak zorunda kaldım. Orada bulunanların çoğu Yaylaklı idi. Üstelik bunların önemli bir bölümünü de tanıyordum. Bütün bunlara karşın çok azı benim söylediklerimi doğru buldu, gerisi ise para çekip Kombasancıya nasıl verdilerse verdiler ve hepsinin parası Müslümanlık yolunda deve oldu. Daha sonra bazıları ile karşılaştım ama yine de Kombasan’ı suçladıklarına tanık olmadım.
Bu öykü gibi uzun yazıyı şimdi size niye yazıyorum değil mi? Derdim ne ki, sizi sabah sabah geçmişte yaşadığım bir anı ile yoruyorum diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum.
Dün akşam, Şaban Sevinç’in Latif Şimşekli, Mustafa Balbaylı bir programı vardı. Bu programda Latif Şimşek kimseye söz vermiyor, 9 yaşındaki kızlarımızın regl durumlarından nasıl tesettüre girmesi gerektiğine kadar engin dini bilgilerine dayanarak bir güzel açıklıyordu ki, Şaban Sevinç’in ve Mustafa Balbay’ın imdadına yetişmek için CHP Milletvekili İhsan Özkes sözümona yetişti. İhsan Özkes de üç aşağı beş yukarı Latif Şimşek’in söylediklerini söylüyordu ama O başka bir yönden karşı çıkarak yani AKP iktidarının hırsızlığından dem vurarak diyordu diyeceklerini. Yoksa onun eşinin de kızlarının da başı zaten örtülüydü.
İşte böyle. Bir Latif Şimşek’in karşısında milyonlara saç baş yoldurdular bu sözünü ettiğim kişiler. Ve zaten Mustafa Balbay’ın anne ve babası da hacıya gitmiş iyi insanlarmış. Bu ne şirinlikse, sanki hacıya gitmeyen insanlar iyi insan olmazlar mış gibi. Latif Şimşek gözümüzün içine baka baka insanlığı din adına aşağılıyor, kız çocuklarımızın ve kadınlarımızın raptı zapt alınmasını dinin gereğiymiş gibi sunup Müslüman olan bunları kabul eder demeye getirip yoksa siz Müslüman değil misiniz diye sorarak ağızları mühürlüyor, oradakiler de aynı silahla Latif Şimşek’e yanıt vermek için çırpınıyorlar.
İşin özü şu. Doğru olan bir şey din adı altında yanlışmış gibi kabul edilemez. Din kurallarını tartıştırmıyor diye kimse birilerinin sapık ve anlamsız düşüncelerine onay vermek zorunda değildir. Madem konumuz insan o zaman insanoğlunun daha ileri, daha onurlu ve yüksek değerlere sahip olması için tartışmasız bir tek yolu vardır o da bilimdir. Onun dışında her şey fasaryadır. Eğer ilkesiz davranırsak toplum da hırsızlığı, talanı, yalanı, yolsuzlukları, vurgunu öyle bir olağan sayarki, kimsenin aklında ne Kombasan ne Endüstri Holding ne Yimpaş ne Deniz Feneri ne de 17 - 25 Aralık 2014 operasyonunun sonuçları kalır.
AKP iktidarı da kalkar bir genelge ile 9 yaşındaki kızlarımızın başının örtülmesi gerektiğini yürürlüğe kor, okulların yarısını İmam Hatip Okulu’na çevirir, yüzlerce İmam Hatip Lisesi açar, Okulların tamamının din ağırlıklı dersler vermesini sağlar, okuları anaokullarına kadar mescitlerle donatır.
Bizler de; eğitim meğitim der durur, sonuç olarak aynı tornadan çıkmış kafası bozukların din adı altında bozuk hurafelerine toplumu kurban ederiz olur biter.