ANKARA GAZ ALTINDA

Yazan: Turgut Koçak 13 Mart 2012

Ankara Adliyesi’nin önüne sabah 08.00’den itibaren duyarlı olan kişi ve kuruluşlar gelmeye başladılar. Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi Sivas Davası’ndan bizleri sevindirecek bir sonuç çıkmayacağı bilinen bir gerçekti. Bizce günün en olumsuz yanı adliyenin önüne gelenlerin sayısındaki azlıktı. Oysa kabaca bir hesap yaptığımızda bile katılım sayısının on bini geçmesi gerekiyordu. Gelenlerin sayısı en kalabalık olduğunda bile iki bin var ya da yoktu. Bir başka olumsuzluk ise oraya gelenler arasından bir provokasyona meydan verilmemesi için güvenlik tedbirlerinin alınmamış olmasıydı. Yani oraya toplananların güvenliğinden sorumlu görevliler yoktu. Görevli üstlüğü taşıyanlar ise hem göstermelik orada bulunuyorlardı hem de o gösteriyi disipline edecek deney ve kararlılıktan yoksunlardı. Bu yüzden de çeşitli sol yapıların kendine özgü yaklaşımları olayların çıkması ve polisin kalabalığın üzerine su ve biber gazı sıkıp şiddet kullanmasına fırsat verdi. Bu tür miting ve gösterilerde provokatif davranışlarıyla bilinen yapıların kontrol altında tutulması gerekirken tutulmadığına tanık olduk: Bu yüzden de olaylar Ankara Adliyesi önünde başladı, neredeyse Ankara’nın merkezi bölgelerinin tümünde devam etti. Panzerler bir taraftan göstericilerin üzerine su sıkarlarken bir yandan da biber gazı sıktılar. Numune Hastanesi, Ankara Üniversitesi İbnisina Hastanesi ve Hacettepe Hastanesi ve çevresi biber gazına boğuldu. Polisin uygulamaları Kızılay ve Yüksel Caddesi’nde de sürdü. Polisin kullandığı şiddet nedeniyle pek çok kişide yaralandı.

Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta hiç kuşku yok ki, katılım sayısının günden güne azalmasıdır. Bunun nedeni de insanların çıkması olası olaylar sonucunda karşılaşacaklarından korkmalarıdır. Bu yüzden de insanlar katılmamayı yeğliyorlar. Buna benzer pek çok olay yaşanmış olmasına karşın, çeşitli örgütler bir kez olsun olup bitenleri bir devrimcinin değerlendirmesi gerektiği gibi değerlendirmeyip, aynı hataları işlemeyi sürdürmeleridir. Sonuçta katılım azlığı; katılanları da moralsizliğe düşürmekte, bir sonrası benzeri bir gösterinin çekiciliğini iyice kafalardan silip atmaktadır.

Olayların yaşandığı saatlerde ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan televizyonda konuşuyor, Cumhuriyet mitingi düzenleyenlere veryansın edip duruyordu. Neymiş efendim Cumhuriyet mitingi düzenleyenler o mitingleri AKP’nin kapatılmasını sağlamak için yapmamışlar mıymış? Vesayeti isteyenler değiller de ne imişler?

Bay Tayyip kendisini akıllı başkalarını akıl yoksunu sanıyor. AKP’nin kapatılması gündeme geldiğinde cumhuriyetçi oldukları sanılan Anayasa Mahkemesi üyeleri orta yolda buluşup AKP’nin kapatılmasını engellememişler miydi? Engellemişlerdi. Öyleyse bunların neresi cumhuriyetçiydi? Ya da yüz binlerce kişiyi Cumhuriyet Mitinglerinde ortalığa toplayanlar şimdi ne olmuştu da ortalıkta gözükmüyorlardı? Peki, Sivas Davası’nın zamanaşımı konusu görüşülürken niçin bu cumhuriyet mitinglerine katılanlar Ankara Adliyesi’nin önüne gelmemişlerdi? Bir başka konu da şudur. Sivas katliamını kendilerine yapılmış sayan Alevi örgütleri ve Alevilerin sayısı oraya gelenlerin tamamını Alevi saysak o kadar mıydı ki, katılım sayısı bu kadar düşüktü?

Demek ki, işin içinde bir bit yeniği var. Bir sorun için ortalığa dökülenler kendileri de yaptıkları işe yeterince inanmıyorlar ki, başkalarını da inandırarak meydana çekemiyorlar. Ya beş on bayrakla alanda kendisini göstermek isteyen sol siyasi partilere ne demeli? Bu örgütler hem gösteriye beş on kişiyle katılıyorlar hem de bu gösterilerin disiplinini bozarak provoke ediyorlar. Söyledik söylüyoruz. Hiçbir gösteri gelişgüzel yapılmaz. Eğer çeşitli yapıların katılacağı bir gösteriyse söz konusu olan ya ortak bir yöntemde anlaşılacak, kimse bu yöntemin dışına çıkamayacak ya da ortak yöntemde anlaşmaya yanaşmayanlar bu tür gösterilere alınmayacaklar. Gösteriler sonrası çıkan olayların sorumlusu kimdir diye sorsak bulup çıkaramıyoruz. İşin kolayına kaçmayı alışkanlık edinmişiz. Olayların suçlusu polistir deyip çıkıyoruz. Doğrudur; polis tabi ki de, bu tür gösterilerin amacından uzaklaşması için her yolu deneyecektir. Ne var ki, bizlerin görevi de polise bu fırsatı vermemek değil midir? Oysa ne oluyor, her defasında polise böylesi olayların yaşanması için açık açık fırsat veriliyor. Bu fırsatı verenlerin kimler olduğunu daha sonra konuşabiliyor muyuz? Konuşamıyoruz. Öyleyse ikiyüzlü davranıp; “faşizme karşı omuz omuza” belgisini niye bağırıyoruz? Bir kez bu belgiyi haykıranlar birbirleriyle dayanışma içinde olmaları ve aynı zamanda da sorumluluk taşımaları gerekmez mi? Gerekir tabi de, dinleyen kim?

Recep Tayyip Erdoğan iktidarıyla hesaplaşmayı düşünen, kendisinin de iktidar hedefi olması gereken sol örgütler nasıl olmaktadır da en basit bir kitle eylemini yönetmekten acizdir? Eğer acizlik söz konusuysa ortada iktidar hedefi falan da yoktur. İktidar hedefi olmayanların provokatif eylemlerine sahne olan böylesi eylemlere katılım giderek düşecek komik bir görünüm ortaya çıkacaktır. Bu komik görünüme alet olanlar bilinmeli ki, hocanın bildiğini okuduğu gibi aynı şeyi okumakta ve kitle eylemlerine zarar vermektedirler.

Sonuç olarak;

bu tür eylemler yapılacaksa çağıranları da çağrılanları da belli olmalıdır ki, disipline edilebilsin. Kabadayılığı devrimcilik sananlarınsa şapkası düşsün keli görünsün. AKP iktidarının bu işte rolüne gelince rolü çok belli. Çünkü AKP iktidarı ülkeyi tam bir polis devletine çevirdi. Keyfiliğine diyecek yok. Vur, kır, kimsenin gıkının çıkmasına izin verme ama senin uyguladığın şeyin adı demokrasi olsun. Üstelik de, “Suriye’de demokrasi yok” diye bilmem nereni yırt! Arkasından da Sivas katliamı davası düşsün. Katiller ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıp çevremizi, mavi gökyüzümüzü kirletmeye devam etsinler.

Gerçi koca ozan; “kalsın benim davam divana kalsın” demiş ya, biz öyle demiyoruz.

Davamızı da davalımızı da biliyoruz, sonuçlandırmasını da bildiğimiz gibi…