Yazan: Turgut Koçak 2 Eylül 2020
Bugün ülkemizde tam anlamıyla ekonomik bir çöküş yaşanıyor.
Sistem neredeyse toplumun yüzde 99’unu elinin tersiyle iter konumdayken geriye kalan yüzde 1’in ne pahasına olursa olsun kurtarılmaya çalışılması yıkımı daha da bir etkili kılıyor.
Yapılan açıklama ile birlikte geçen yılın aynı dönemine göre ekonominin yüzde 9,9 küçüldüğünü öğreniyoruz.
Görüldüğü gibi küçülmenin 10 rakamının altında tutulması için bayağı göbek çatlatılmış. Oysa sektörlerdeki küçülmelere baktığımız zaman bu rakamın gerçekleri yansıtmadığını anlamak hiç de zor değil. Şöyle ki 14,4 milyon kişinin çalıştırıldığı hizmet sektöründe yüzde 25, 5,3 milyon kişinin çalıştığı sanayide küçülme 16,5 olmuş. Bu demektir ki paramız değer kaybediyor yoksullaşma da arttıkça artıyor. Her ne kadar TUİK aracılığı milli gelir kağıt üstünde yüksek gösterilmeye çalışılsa da yine de verilen rakam ancak 8 bin 934 dolar olarak açıklanmış. Yani büyük bir gerileme var.
Bütün bu gerçeklere karşın iktidar bir türlü ekonominin içine düştüğü bunalımın ayırdında değil gibi davranıyor. Bu da ister istemez yaşanan sorunları daha da ağırlaştırıyor. Dikkat edilirse iktidar her konuda olduğu gibi virüs salgınını bile kendi çıkarına çevirmek gibi bir yolu seçtiği için salgın önlenemediği gibi ekonomik etkileri de giderek artıyor. O zaman diyebiliriz ki iktidar ne söylerse söylesin ülkeyi ağır bir bunalımın içine sürüklüyor.
Bu yüzden doları 7 lira seviyesinde tutmak için elde bulunan döviz rezervleri eritilip bitirildi. Bu rakam ise aşağı yukarı 40 milyar dolarlık bir dövize denk geliyor. Yani ülkemizden çıkış yapan yabancılara satılmış.
Şu an dolar 7,36 civarında seyrediyor. Bu da TL’nin kaybettiği değerle birlikte enflasyon sonucu ödememiz gereken borcumuzun TL olarak yükünün çok daha ağırlaşacağını gösteriyor. Ekonomik gidişin kötülüğünü yığınlar hissetmesinler diye iktidar halkı sürekli borçlandırma yolunu seçerek bankalardan kredi almaya yönlendiriyor.
Ne tarafa dönsen borç söz konusu. KOBİ’lerin bankalara borcu 218 milyar lira, insanlarımızın bankalara borcu ise 197 milyar artmış durumda. İflas edenler, işsiz kalanlar, gelirsiz kalıp açlığa mahkum edilenlerin sayısı ise gittikçe daha da artıyor. Korona virüs salgını nedeniyle günde 39 liraya mahkum edilen işçilerimizin korkunç durumlarına karşın, iktidarın köprüsü, yolu, havaalanı, şehir hastanesi, tüneli durmadan para kaldırıyor. Yandaş Müteahhitlere aynı dönemde 1,5 milyar ödenebiliyor.
Kısaca sorunlar çözülmüyor. Yurttaşlar borçlandırılarak sorunlar öteleniyor. Bu yüzden de ekonomide küçülme kaçınılmaz hale geliyor. Bunun adı bize sorarsanız çöküştür. Yani kapitalizmin çöküşüdür. Talan edilen ülke varlıklarına karşın halkın yoksulluğun içine itildiği bir çöküşü yaşıyoruz.
Bütün bunlar tam anlamıyla gözümüzün içine bakıla bakıla gerçekleştiriliyor. Yaşadığımız onca kötülük sanki iktidar tarafından organize edilmiş gibi uygulanıp yaşatılıyor. 30 Ağustos Zafer Bayramı virüs salgını nedeniyle kutlanması yasaklanmaya kalkışılırken öte yandan iktidarın keyfi davranışları yüzünden ülkenin her yanını neredeyse salgın saracak, salgın sonucu büyük yıkımlar yaşanacak. Bu konularda iktidar öyle aldırmaz ki Ayasofya’nın cami açılışı namazına 320 bin kişi toplanabiliyor. Giresun Dereli ilçesi mitingi derseniz bir başka örnek ki anlaşılacak gibi değil. Güvenlik güçleri herkes için tehdide dönüşmüş. En küçük hak arayışına karşı ağır şiddet uygulanıyor. Halk ve milletvekilleri bu uygulamalardan nasiplerini alıyor. Bakanların tavrı ise anlaşılacak gibi değil. Seçilmiş milletvekillerini tehdit edip saldırıya uğramalarının önü açılıyor. Bu topyekun bir çöküşü ifade etse de AKP ve saray iktidarının olup bitenlerden tındığı bile yok. Adli Yıl açılışı dolayısı ile bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından Barolar Birliği’nin tehdit edildiğini görüyoruz.
Hemen herkes tehdit altında. Kim işaret edilirse o kimseye yönelik ya tehditler yağıyor ya da fiiliyata geçiliyor.
MHP MYK Üyesi Selami Şişman, Şirin Payzın’ı en aşağılık yöntemle tehdit edebiliyor.
Özetle söylersek çöküş çok yönlü…