AL SANA ADALET

Yazan: Turgut Koçak 25 Ağustos 2011

AKP, Anayasasını halkoylamasına götürmeden önce ve sonra yoğun olarak yargı ile ilgili bir kampanya yürütmüş, her fırsatta da yargıyı yerden yere vurarak eleştirmişti. Sonra anayasaları halk nezdinde kabul gördü. Böylece de yolları açılmış oldu. İşe önce Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirmekle başladılar. Değiştirdiler de. Daha sonra ise Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay ve Yargıtay’a sıra geldi. Anayasa Mahkemesi’nin de işi bitirildi sayılır. Sonra diğerleri, sonra yukarıdan aşağı hepsi…

Bugün, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısının adalet dağıtmaya uygun olmadığı su götürmez bir gerçektir. Çünkü bu yapı bilerek, isteyerek ve planlanarak oluşturulmuştur. Bu yüzden de, HSYK hangi davaya hangi mahkemenin bakacağına kadar ayar yapacak ve idarenin yörüngesinde bir oldubittiyi yaşayacak ve bedellerini de çok ağır ödeyeceğiz.

HSYK’ya daha önce de çeşitli davalarla ilgili şikayetlerde bulunulmasına karşın, bu şikayetler görmezden gelinmiş, dikkate bile alınmamışken ‘Deniz Feneri’ Davası ile ilgili yapılan şikayete hemen karşılık geldi. İlk iş bu davayı yürüten savcılarla ilgili müfettişler gönderildi ve yürütülen davaya böylelikle müdahale edilmiş oldu. Arkasından da HSYK, bu davayı yürüten, davayı bu noktaya kadar getiren savcılardan Nadi Türkaslan, Mehmet Tamöz ve Abdülvahap Yaren’i görevden alarak yerine Veli Dalgalı ve Hakan Tektaş’ı getirdi.

Bilindiği gibi, ‘Deniz Fener’i Davası AKP içi kritik bir davadır. Bir kez bu dernek aracılığı ile vurgunlar yapılmış, elde edilen paralar ise başka alanlarda kullanılarak AKP’ye her anlamda destek sağlanmıştır. Kanal 7’den birçok şirkete kadar izi sürüldüğünde paraların aktarıldığını görmemiz olasıdır. Durum Alman yargısı tarafından saptanmış ve ilgililere bu nedenle hüküm verilirken, mahkeme doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’ı işaret eden sözlere imza atmıştır.

Bugün tutuklu bulunan, dün RTÜK’ün başında bulunan Zahit Akman ise hakkında soruşturma yapılmaması için bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından korunarak tamı tamına 3 yıla yakın bir süre kazandırılmış, belge ve bilgilerin karartılması için olanak sağlanmıştır. Mehmet Kahraman ve diğer tutuklu sanıkların durumu da farklı değildir. Bütün bu engellemelere karşın her ne olmuşsa iktidar daha fazla gidişi engelleyememiş, adı geçen kişilerde böylelikle tutuklanarak cezaevine konulmuştur.

AKP’nin ve AKP’nin başı Bay Tayyip’in bu davaya olan duyarlılığını bilmiyor değiliz. Nedenini ise en iyi kendisi bilmektedir. Bu yüzden de, bu davaya yürütmenin başı olan Bay Tayyip’in oluşturduğu yargı silsilesi çerçevesinde HSYK doğrudan devreye girerek müdahale etmiştir. Türkiye Kamuoyu’nun gözleri önünde süren bu dava nasıl olmuşsa olmuş, savcıların dosya üzerinde tahrifat yaptıkları suçlamasıyla savcılar görevlerinden alınarak yerlerine başkaları verilmiştir. Bu yapılanların bu denli pişkinlik içinde yapılmasının ise bir açıklaması olması gerektir. Oysa HSYK başka konularda olduğu gibi bu konuda da doyurucu bir açıklama yapmamış ve yapamayacaktır. O, HSYK ki, önemli bir mahkemenin başkanını sanıklar hakkında tahliye kararı veriyor diye görevden almış ve o yargıcı Bolu’ya sürmüştür. Bu konuda da yaptığı açıklama kamuoyu açısından asla doyurucu olmamıştır. AKP iktidarının adalet anlayışını iliklerimize kadar duyumsayacak ve bedelini de ödeyeceğiz. Bu gerçekleri anlamayanlara ise AL SANA ADALET diyerek iğne değil, çuvaldız batırmak istiyoruz.

Şimdi biraz geriye dönelim ve Anayasa’da yapılan değişikliklerle yargının yapısının değiştirileceği yönünde eleştirilere farklı yaklaşıp AKP Anayasası’na 12 Eylül 2010 tarihinde EVET oyu verenlerin düştükleri tarihi yanılgıya gelelim. Onların bir kısmı sanıyorlardı ki, sembolik de olsa 12 Eylül’ün sorumluları yargılanacaklar ve tarih önünde suçlu ilan edileceklerdi. Bu düşünceleri ne yazık ki, içlerinde kaldı. Ancak 12 Eylül 2010 Anayasası’na dayandırılarak yargıda yapılan değişiklikler bugün net olarak gündemimizi işgal ediyor. Öyle ki, ‘Deniz Fener’ Davası gibi bir davada tarafgirliğin daniskası yapılabiliyor. Olan olmuş, Bay Tayyip, hazırlattığı anayasayı kabul ettirmiştir. Şimdi bu anayasaya dayanarak da istediği gibi yargıya ayar çekmektedir. Öyle şeyler göreceğiz ki, Bay Tayyip’in işine gelmeyen her konuda yargı keyfi kararlarında direnecek ve kanıt yerini birilerinin kanaatine bırakacaktır. Tutuklanan ve Ergenekonculara yardım yataklık yaptıkları savıyla suçlanan gazetecilerin durumu tam da buna örnektir.

Evet, Türkiye AKP iktidarı eliyle tam anlamıyla bir çıkmazın içine sürüklenmiş, içte her türlü işleyiş bozularak tüm ekonomik, sosyal ve siyasal haklara karşı tecavüz anlamına gelen yaptırımlar uygulanmaya başlanmıştır. Bu keyfiliğin şimdilik duracağı ya da hız keseceği de görülmüyor. Dışta ise AKP eliyle ülkenin durumu daha da felaket noktasındadır. Bugün Türkiye emperyalistlerle birlikte Libya’ya açılan savaşın doğrudan içindedir. Emperyalistlerin Suriye’ye yapılacak saldırılarında da AKP iktidarı Türkiye’yi en tehlikeli noktaya getirmiş ve AKP iktidarı taşeron bir görev üstlenerek savaş naraları atmaya başlamıştır. Emperyalistler tarafından İran’a yönelik tezgahların da, AKP iktidarı doğrudan içindedir.

Sonuç: Türkiye’nin geldiği nokta çok tehlikeli bir noktadır. AKP eliyle küresel sermayenin operasyonları içte ve dışta yaşam bulmakta, küresel sermayenin birer memuru gibi davranan AKP iktidarı ülkemizin ve bölge ülkelerinin başına çorap örmeye kalkmaktadır. Gerçekler bu denli açıkken Türkiye kamuoyunun sessizliği ise kabul edilecek bir sessizlik değildir.

Son söz: kimsenin yaptığı kimsenin yanına bırakılamaz. AKP’nin yaptıkları öyle yenilir yutulur şeyler olmadığına göre AKP iktidarı da gün gelecek yaptıklarının hesabını bir bir vermek zorunda kalacaktır. Ama önemli olan; atı alanın Üsküdar’ı geçmeden önce yapılacaklardır. Türkiye yokoluşa doğru yokuşaşağı yuvarlanırken bu gidişe sessiz kalanların ne dövünmelerinin ne de biz söylemiştik demelerinin bir yararı olmayacaktır.

Geç değil, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ilerici güçlerce AKP DURDURULABİLİR, DURDURULMALIDIR DA…