AKP VE SARAY GÜÇ MÜ TOPLADI? MUHALEFET KAZANIR MI?

Yazan: Turgut Koçak 27 Kasım 2022

Aileden ilerici, devrimci ve sosyalist olmak önemlidir ama bu olay yine de babadan oğula geçen bir mirasmış gibi algılanamaz. Dün Bursa Yenişehir’den iki dost ziyaretime gelmişti. Onlarla konuşurken bu konuyu uzun uzun düşündüm. Geçmişte, hatta 12 Eylül sonrası bizimle olan bir arkadaşımızdan söz ettiler ve onun için dediler ki “Hızlı bir AKP’li.” Hani şaşırmadım desem yalan olur. Sosyalist görüşlerden uzaklaşıp bir yerlerde karşımıza çıkarak bizi eleştirmeye kalkanları görmedim değil gördüm de işi AKP üyeliğine vardıracak kadar direksiyonu dinci, gerici, faşizan bir sağ anlayışa kadar kıracaklarını doğrusu hiç mi hiç beklemiyordum.

O arkadaşlar gittikten sonra oturup düşündüm. Sağlam bir sosyalist olmak için gerçekten de kişinin iyi kötü altyapısı olmalı. Örneğin felsefe bilmeli, diyalektiği akademik düzeyde bilmese de olur ama en azından bu konuda dili sık sık sürçmemeli. Sonra aklıma birikim denilen gerçeklik de geldi. Aileden alınan kültür en azından bir kişinin neyi yapacağını ya da yapmayacağını size gösteriyor. Yani sizi şaşırtacak savrulmalarla hiç değil karşılaşmıyorsunuz.

Babam iyi insandı. Eşitlikten, özgürlükten ve aydınlıktan yana bir kişiydi. Biz ilk kez ilkokula bile gitmeden önce sol ve sosyalist kimi beylik sözleri ekin tarlasında ondan öğrenmiştik. Kendisi de TİP’e ilk oy verenler arasındaydı. Sonra kardeşlerim iki erkek kardeşimi kaybettik. İkisi de benden küçüklerdi. En son yitirdiğimiz kardeşimle ilkokula aynı yıl başladık. İlk yitirdiğimiz kardeşimiz Tevfik Koçak bizim ikimizin de küçüğüydü. Köyde kalmıştı ama aydın, kişilikli sosyalist bir duruşu vardı. Onu Ş. Koçhisar ve köylerinde tanımayan yok gibiydi. Muhtarlıkta yaptı. Biz son seçimlerde Belediye Başkanlığı seçimlere sosyalist bir aday gösterdiğimizde her kapı bize onun sayesinde açıldı. Son yitirdiğimiz kardeşim Nezafettin Koçak’a gelince o da Ş. Koçhisar’da “Hoca” olarak bilinirdi. Hoca dediysem cami hocası değil o sosyalizm hocasıydı. Partimizin de son açılışında kurucu Kurulu üyesiydi. Yani değerli insanlar unutulmamalı, onların bizim yanımızda her zaman için saygınlıkla anılan bir yerleri olmalı. Bursa/Yenişehir’den gelen dostların bir gerçeği anımsatması diyibilirim ki iyi oldu. Daralmışlığım gitti, içim serinledi.


AKP ve saray iktidarı cartayı çekmek üzereydi ki imdadına yine dış güçlerin yetiştiğini biliyoruz. Dinci, gerici, halk düşmanı Arap rejimlerinden tutun da birçok ülkeye kadar AKP ve saray iktidarına dolarlar yağdırılıyor. Yağdırılıyor dediysem öyle hibe falan değil, gelecekte ülkeyi tonga altına sokacak tarzda bir para girişi bu. Dikkat edilirse “Dış güçler, Milli ve yerli” sözlerini dilinden düşürmeyen bir iktidar için dış güçler her daim can simidi olarak yanında yer alıyor. Aynı şekilde sistem muhalefeti için de bu fazla bir değişiklik göstermiyor. Ama biz söyleyelim; içerde sömürünün Allah’ını uygulayanlar salt dış güçler kendilerini destekliyor diye de iktidarlarını güle oynaya sürdüremezler. Çünkü günü geldiğinde o verilen paraların kat kat fazlası kendilerinden alınır. Bu durumda dışarıya yaslanarak iktidar olma becerisini gösterenler ne yaparlar diyorsanız söyleyelim; halkımıza altından kalkılması çok zor bir fatura yükleyerek bu işi çözmeye çalışacakları için durum değişmez olan geniş halk yığınlarına olur hesap onlara kesilir.

Türkiye’yi sermaye iktidarları öyle durumlara düşürdüler ki Türkiye neredeyse emperyalizmin ileri karakoluymuş derekesine düşürüldü. AKP iktidarı ile birlikte de koşulları daha da ağırlaştı fakat bu kez bu iktidar sermaye sınıfına kapılar aralayarak dış dünyanın sömürülmesi üzerine kurulu emperyal bir anlayışla sermaye sınıfının iştahını kabarttı. Sermaye sınıfı da cuk diye işin üstüne atladı ve AKP ve saray iktidarı emperyal olmanın gereği olarak savaşı bile göze alacak denli adımlar atıp Türkiye’nin “yurtta barış dünyada barış” politikasını askıya aldı. Bu politika ülkemize ve geniş halk yığınlarına pahalıya mal olduğu için şimdi aynı yol tersinden yürünmek isteniyor ve komşularımızla iyi ilişkiler kurulmasının öngününe gelinmiş durumda.

Hiçbir şey durup dururken uygulamaya konulmaz. 12 Eylül 1980 öncesi iyice sıkışan Türkiye sermaye sınıfının 12 Eylül darbesi ile birlikte atılan adımlarla içi ferahlatıldı. Geniş halk yığınlarının ise cehennem hayatı yaşamak paylarına düştü. Birbirini izleyen yönetimlere baktığımız zaman hemen hepsinin yolu aynı kapıya çıktı. Sermaye güç kazanırken çalışan kesimlerin canlarına okundu. Baskı ve zulümle susturulmak istenen yığınlar Erdoğan’la birlikte din sömürüsü en yüksek perdeden yapılarak yığınların adeta gözleri görmez kulakları duymaz hale getirildi. Yetmedi tabi. Bunun yanına bir de milliyetçi, şoven politikalar eklendi ki AKP bu yüzden tam 20 yılı geçkin bir süredir iktidarda ve ensemizde boza pişirmeye devam ediyor. Silahlanma konusunda da epey yol alındı. Türkiye’nin İHA ve SİHA’larıyla övünüp duran iktidar buna bir de uzak ülkelere enerji taşıyan gemi filoları ekledi. Gelinen nokta öyle bir nokta ki AKP ve saray iktidarını ve küçük ortağı MHP’yi artık olağan politikalar kurtarmaz. Onlar için bedeli daha ağır olacak emperyal politikalar gündemlerinin ilk sırasında kalacak.

Yani artık AKP emperyal politikalardan vazgeçecek bir konumda değil. İçerde bu görüntüyle bazı kesimlerin ayranı kabartılarak boş övünç yollarıyla kemikleştirilmesi isteniyor. Şimdi AKP ve saray iktidarı kısa bir süre önce yerlerde sürünür bir haldeyken bu gerçekleri görmeyen düzen muhalefeti yüzünden yeniden dirilir gibi oldu. Kimi anketlerden söz ediliyor ki düzen muhalefeti için artık seçimleri kazanmak çantada keklik falan değil. Ancak AKP ve saray iktidarı o denli ağır krizler yarattı ki ne kadar toparlanırsa toparlansın seçimleri kazanması onlar için de hiç ama hiç kolay olmayacak.

Politika öyle sen ben kavgasıyla yapılan bir şey değildir. Düzen partileri sermaye sınıfının ayakta kalması için politika yaparlar iktidara gelmek için de saya saya bitiremediğimiz yalan ve kandırmaca üzerine kurulu politikalarla halkı uyutmak için ellerinden geleni yapmaktan geri durmazlar. Kimi düzen partileri de az biraz da yoksullaşan yığınlara pastanın diliminden ayırmak düşüncesindedirler ama politika da böyle yapılmaz ki hani? Düzen politikasını en iyi yapacak olan düzen partileri sermayenin her zaman en gözde partisi olduğu için de iktidara en yakın parti olarak öne çıkarlar.

Bir diğer politik yaklaşım da işçilerin emekçilerin haklarını savunan politikacılar yani sınıf siyasetini önceleyen partilerdir ki onların da çelişkileri hiçbir zaman sistem partileriyle uzlaşmaz, uzlaştırılamaz.

Düzen muhalefeti öyle bir durumdadır ki sürekli olarak demokrasiden, haktan, hukuktan, parlamenter sistemden, yargıdan, liyakatten, eşitlikten söz ediyor olsa da AKP ve saray iktidarı ile gerçek anlamda ayrılıklarının sınırı nedir yığınlar açısından anlaşılması gerçekten de çok zor olarak önümüzde durmaktadır. İçerde açlığın ve yoksulluğun bu kadar diz boyu yaşandığı, baskı ve zulmün boyutlarının arşı âlâya çıktığı konularda bile sistem muhalefetin ne dediği bile doğru dürüst anlaşılmamaktadır. Bu yüzden AKP ve saray iktidarı içerde öyle bir politika yürütmektedir ki ne kural tanımakta ne de hukuk. AKP bu denli hemen her konuda dışa karşı izlenen politikaları da ekleyelim arlanmazlığı utanmazlığı ele almışken sistem muhalefeti onlarla söz bile yarıştıracak konumdan kopmuş bulunmaktadır. Dile getirdiklerimizle sistem içi muhalefet ezilenlerin, sömürülenlerin haklarını savunmaktan yana direksiyonu kırıyor değillerse kimden yana kırıyorlardır acaba, ya da kimi temsil etmektedirler?

Durum buysa, gerçek kurtuluş yani sosyalizm için verilen mücadelede de yığınlar için sol ve sosyalist partiler umut verir bir konumdan uzaklarsa sistem partilerine bir bütünlük içinde hastir çekilse ne olur çekilmese ne? Sermaye düzenini savunan hangi parti olursa olsun cehennemin dibine kadar yolları var, bizim görevimiz daha çok işçileri ve emekçileri bu tarafa taşıyacağız desek yığınlar için umut olmamızın kapısı hemen açılacak mı? Diyelim ki böyle umuyoruz, bunun için herkes kendi örgütçüğünde mutluysa, kıskançlıkla bu politikayı değiştirmek gereği de duyulmuyorsa arkasından başarı gelir mi? Bizler bu tespitleri yapıp suyun geverini işçiden emekçiden yana çevirebilir miyiz?

Esen yelin işçiden, emekçiden yana esmesini sağlamamız olası mı?