Yazan: Turgut Koçak 14 Ağustos 2014
Önce şu Ulusal Kanal’dan söz etmek istiyorum. Sürekli olarak Atatürkçülük üzerinden politika yapmakta bu yüzden de derler ya cılkını çıkardı diye, tartışmasız cılkını çıkarmaktadır. Atatürkçülük adına yapılan politikalara baktığınız zaman söylenenler bir sistem partisinin söyledikleri ile örtüşmenin de ötesine geçmekte ve de faşizan bir temele oturmaktadır. Uzun zamandır “Milli hükümet” formülü üzerinden politika yapan İşçi Partisi’nin bu tanımlamalarının içinde kimler yer almıyor kimler. Toplantılar üst üste yapıldı. Görevliler belirlendi, bir de baktı ki, arkası gelmiyor, sizin anlayacağınız fos çıktı. Bu tanımlamanın içinde dünden bugüne işçilerin emekçilerin analarını ağlatanların yanında bir de İşçi Partililerin yer alması bir rastlantı sayılmamalıdır. İş bu konuya gelmişken geçmişte yaşadığım bir anımdan söz etmek istiyorum:
Tam olarak anımsamıyorum ama 18 ya da 19 Mayıs 1971 tarihinde Sinop’ta adı solcuya ve komüniste çıkmış 20 kadar kişi İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılması ile ilgili olarak gözaltına alındık. Tabi bunların en başında da ben vardım. Bizi Sinop Emniyet Müdürlüğü’nde topladılar. Gözaltına alınan bizler, Sinop Valisi İsmail Dokuzoğlu, (Demirel’in has adamı) Emniyet Müdürü ve siyasi şubeden polisler bir de kendisini tanıdığım Askerlik Şubesi Başkanı bir albay. Vali; en başta duran Sinop Kız Öğretmen Okulu’nda görev yapan öğretmenlere sordu; “Atatürkçü müsünüz” diye. Onlar tıpkı askerlerin tekmil verdiği gibi “Atatürkçüyüz” diye bağırdılar. Son iki kişi kalmıştık soruya yanıt vermesi gereken. Sıra bana gelince, bağıra bağıra “Atatürkçüyüm” diyenlere çok bozulduğum için bunlardan farklı bir yanıt vermem gerektiğine karar verdim ve dedim ki, “Her devrimci biraz Atatürkçüdür.” Bunun üzerin vali köpürdü ve “Görüyorsunuz albayım bunlar Moskof uşağı oldukları için Atatürkçüyüm bile demiyorlar, neymiş biraz Atatürkçüymüş, nedir lan biraz Atatürkçü olmak?” Kaldıki o günlerde bütün devrimciler katıksız Atatürkçüydü ve de Atatürk’le hiçbir sorunları söz konusu değildi. Esildi yağıldı ve son kalan arkadaşıma aynı soru soruldu. Arkadaşım; ağzını doldura doldura ben Atatürkçü değilim" dedi. Ortalık buz gibi oldu. Kimse de çıt yok. Bir süre sessizlikten sonra vali hakaretlerin bini bir para söylemediğini bırakmadı arkadaşıma. Sonra da; “Söyle lan vatan haini niçin Atatürkçü değilsin” diye bağırdı. Arkadaşım dingin bir ifade ile konuşmaya başladı ve dedi ki:
“Korkaklar, Amerikan uşakları, vatan hainleri, hırsızlar, katil sürüleri, zalimler, sömürücüler, halk düşmanları kısaca ne kadar alçak varsa Atatürkçüyüm diyor, şimdi sizlerden korktuğumu sanıyorsunuz benim de Atatürkçüyüm diye bağıracağımı düşünüyorsunuz. Bu sıfatları taşıyanlarla aynı tarafta olmak istemiyorum.”
Ortalıkta yine çık yok. Çok canım sıkıldı. Bu sözleri ben söylemeliydim diye içten içe arkadaşımı kıskandım. Fırsat bir birsat suskunluktan yararlanıp; “Biraz önce söylediklerimi geri alıyorum ve arkadaşımın sözlerine katılıyorum” deyiverdim ve derin bir soluk aldım. Aynı gün diğer 15 kişi bırakıldı bizse Efraim Elrom’a karşılık rehin olarak Ankara’ya getirildik. Bu öyküyü hiç unutamam. Gerçekten de yukarıda sayılan özellikleri taşıyanlarla aynı tarafta olmaktansa bedeli neyse ödemeyi seçerim. O gün bu gündür de Sinop’ta yaşadıklarımızı hiç unutmam. Yani bu sözler kulağıma küpedir. İşte bu hesap İşçi Partisi’nin ve Ulusal Kanal’ın düştüğü durum bağıra bağıra tekmil veren öğretmenlerin durumu ile bir ölçüde de olsa benzerlik taşıyor, fakat onların durumundan beş tabak daha kötü. Çünkü o öğretmen arkadaşları yaşamları boyunca izledim, hepsi devrimci olarak kaldılar. Hepsi; korkak, Amerikancı, vatan haini, hırsız, katil, zalim, sömürücü, halk düşmanı ve alçaklarla birlikte olmamaya özen gösterdiler. Oysa İşçi Partisi’nin politikasının haritası yok pusulası yok. Kim önlerine çıkarsa birlikteler.
Aynı durum CHP’de de yaşanıyor. Bazı kimseler maddi temelinden soyutlanmış ve içi iyice boşaltılmış Atatürkçü söylemin ötesine geçemeyen bir zemindeler ki, bu kimselerin yaptıkları sadece ve sadece kendi ayaklarına ateş etmekten ibarettir. Özellikleri açısından CHP’yi daha tutarlı bir çizgiye çekme yetenekleri yok ama CHP’de problem yaratmak deyince de üstlerine yok. Yerel seçimler ve Cumhubaşkanı seçimleri birbirine yakın tarihlerde olduğu için CHP içinde politika yapanları yakından tanıma olanağı buldum. Başkaca bir özellikleri kalmayan ve de çalışma ve özveride bulunmayı da göze alamayan kimseler kapı arkalarında Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğinden dem vurabiliyorlar. Son Cumhurbaşkanı seçimlerinde de doğrusu Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesini sağlayarak ne kadar doğru yerde durduklarını kanıtlamış oldular. Meğer bu muhteremler Recep Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasını sağlayacak kadar güçlülermiş de bizlerin haberi yokmuş. Şimdi ayaklanmışlar daha önce CHP politikalarıyla çok da ilgilenmeyenler CHP içinde iktidar olma peşindeler.
Eğer İşçi Partisi ve de CHP’de kümelenen sözümona Atatürkçüler bir başarı kazanamıyor ve de yaptıkları politikalar Recep Tayyip Erdoğan gibi İslami faşist bir kişinin Çankaya’ya çıkmasına olanak veriyorsa her şey yeni baştan düşünülmeli ve de taşlar yerine konulmalıdır. 1971’den bu yana değişen bir şey yoktur. Bazılarının Atatürkçülüklerini 1971 tarihinde arkadaşım bir güzel özetlemiştir.
Bu nedenle de bu yaşananları analiz ederken 1971 Mayıs sonlarında yaşadığım anı benim için hep mihenk taşıdır mihenk taşı olarak kalmaya da devam edecektir.